Kitaplar | Konular | Dost Kazanma ve insanlari Etkileme Sanati

6. İnsanlara, Önemli Birisi Olduklarını Hissettiriniz

Newyork'un Posta merkezinde taahhütlü mektup göndermek için sırada bekliyordum. Taahhüt memurunun bir hayli yorulmuş olduğunu gördüm. Kendi kendime: Bu insanı biraz sevindirmeliyim! dedim. Kendimi ona sevdirmek için ona iyi bir şeyler söylemem gerekiyordu. Onun beğenilebilecek bir yönünün olup olmadığına baktım. Ve saçlarının güzel olduğunu gördüm. Sıra bana geldiğinde O'na saçlarımın sizin saçlarınız gibi olmasını isterdim dedim.

Memur mektubu tarttıktan sonra başını tatlı bir gülümsemeyle:

-Siz onları eskiden görmeliydiniz, zaman onları tahrip etti! dedi.

Ben de söyledikleri doğru olsa bile saçlarının hala çok güzel olduğunu ilave ettim.

Bu sözlerim onun çok hoşuna gitti. Bir süre konuştuktan sonra bana: "Zaten herkes benim saçlarımı beğenir" dedi.

Eminim ki memur o gün öğle yemeğine çıktığı zaman mutluydu. Akşam evine gittiğinde olayı karısına anlattı ve aynanın karşısına geçerek başına ve saçlarına övünerek baktı.

Dinleyicilerden birisi sordu,

- Amacınız neydi?

Ne amacım olabilirdi? Bir insanı sevindirmek ve bu sevinç karşılığında hiçbir şey beklememek.

Ama benim bir amacım vardı ve bu amaç gerçekleşti. Onun hafızasında iyi bir anı, günler geçtikçe hafızasında cıvıldayacak mesut bir hatıra bırakmaktı. Kenan dağlarında ondokuz yüzyıl önce müritlerine ders veren bir filozof bir gün şu sözü söylemişti: "Vermek almaktan daha hayırlıdır."

Bu insan davranışlarının en önemli kuralıdır. Bu kurala uyarsak başımız hiçbir zaman derde girmez. Belki de bu kuralı uygulamak bize sayısız dostlar kazandırır. Kanunu şu şekilde özetleyebiliriz: Karşımızdaki insanın kendisini önemli birisi olarak kabul ettiğine dikkat etmek!

Profesör John Dewey der ki: "Önemli birisi olmak insanın doğasında vardır." Zaten insanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik de budur. Hatta bütün medeniyet bundan meydana gelmiştir.

Filozoflar insan davranışları üzerinde binlerce yıldan bu tarafa düşünüyorlar ve bu uzun düşüncelerden ancak bir tek kural ortaya çıkarıyorlar. Bu kural yeni değil, tarih kadar eskidir. Zerdüşt bunu üç bin yıl önce İran'ın ateşperestlerine öğretti. Konfüçyüs yirmi dört yüzyıl önce Çinlilere anlatmıştı. Bu kural belki de dünyanın en önemli kuralıdır.

"Başkalarının sana nasıl davranmasını istersen, sen de onlara öyle davran."

Siz münasebette bulunduğunuz kimselerden saygı görmek, takdir edilmek ve çevrenizde önemli birisi olduğunuzun anlaşılmasını istersiniz. Samimiyetsiz, değersiz bir takım iltifatlarla değil, samimi takdir ile karşılanmayı özlersiniz. Dostlarınızın ve arkadaşlarınızın sizden iyi bir insan olarak bahsetmelerinden, özelliklerinizi anlatmalarından hoşlanırsınız. Hepimiz de aynı şeyi istiyoruz.

O halde hepimiz de bu altın kurala uymak ve başkalarından beklediğimiz muameleyi onlara göstermeliyiz.

Nasıl, ne zaman ve nerede mi? Her yerde, her zaman.

Birgün Radyo City'de Henri Souvaine'in daire numarasını bir polis memuruna sordum.

- Henry Souvaine 18 inci kat 1816 numaralı oda, dedi.

Asansöre bindim Fakat içeriye girmeden önce bir an durdum, geri döndüm ve memura:

- "Sizi tebrik ederim. Soruma çok hızlı ve çok güzel cevap verdiniz." dedim.

Memurun yüzü gülmüştü. Bana teşekkür etti.

Bu takdir felsefesini öğrenmek ve uygulamak için insanın cumhurbaşkanı veya başbakan olmayı beklemesine gerek yoktur. Bunu günlük hayatta uygulayarak onun sonuçlarıyla karşılaşmak mümkündür.

Bir lokantaya girdiğinizde garsondan kızarmış patates istediğinizde püre getirirse:

- Sizi yormak istemem! Ama kızarmış patates yemeyi tercih ederim! derseniz garson size:

- Önemli değil efendim, der ve kendisine saygı gösterdiğinizden dolayı bu işi severek yapar...

" Sizi rahatsız ediyorum" "lütfetmez misiniz" "teşekkür ederim" gibi küçük cümleler hayatın monotonluğunu ortadan kaldıran ve sizin iyi yetişmiş bir insan olduğunuzu gösteren sözlerdir.

Milyonlarca hayranı olan Hail Caine'in halk arasında sevilen bir yazardı. Yazar bir demircinin oğluydu. Hayatı boyunca ancak sekiz yıl okula gidebilmişti. Fakat bu insan öldüğünde dünyanın en zengin yazarlarından birisiydi.

Bunu nasıl mı başardı

Hail Caine, şiir ve destanı çok seviyordu. Dante'nin, Gabriel, Rossetti'nin bütün şiirlerini ezberden okuyabiliyordu. Hatta Rossetti'in sanattaki başarısı üzerine bir konferans hazırlamış ve kopyasını Rossetti'ye göndermişti. Rossetti, bu davranıştan memnun olmuştu. Şair: "Benim hakkımda bu kadar çok bilgi sahibi olan genç, herhalde zeki birisidir" diyerek demircinin oğlunu Londra'ya çağırmış ve onu kendisine sekreter yapmıştı. Olay Hal Caine için bir dönüm noktası olmuştu. Çünkü yeni makamı dolayısıyla çok değerli insanlarla karşılaşıyordu. Bunların teşviklerinden cesaret alarak çalıştı. Ve günün birinde isminin en yüksek ufuklarda ışıldadığını gördü. İsle of Man'daki evi, Greeba Castle, dünyanın dört tarafından gelenlerin ziyaret ettiği bir yer oldu. Öldüğü zaman bıraktığı servet, iki milyon beşyüzbin dolardı. Kimbilir ünlü bir insan hakkında bu yazıyı yazmasaydı belki de tanınmadan ölürdü.

İşte en içten duygularla yapılan bir takdirin gücü. Roosetti, kendisinin önemli birisi olduğunu düşünebilen bir insandı. Bunda garip görünecek bir şey yoktu. Çünkü her insan böyledir. Ve kendisinin önemli olduğunu hisseder.

Bütün toplumlar da böyledir:

Meselâ siz kendinizin Japonlardan üstün olduğunuzu mu zannediyorsunuz?

Gerçekte Japonlar da kendilerini sizden üstün sayarlar, hatta muhafazakar bir Japon, bir Japon kadınının beyaz bir adamla dans ettiğini görürse çok sinirlenir.

Veya kendinizi Hintlilere üstün mü görüyorsunuz? Ama Hintliler de kendilerini size karşı üstün görürler ve üzerine gölgenizin düştüğü bir yemeği bile yemezler.

Kendinizi Eskimolardan üstün mü sayıyorsunuz? Eskimolar da kendilerini size karşı üstün sayıyorlar.

Eskimoların size karşı neler düşündüklerini bir bilseniz! Çünkü Eskimolar arasında işe yaramaz ve çalışmaktan kaçan insanlar vardır ki, Eskimolar bunlara "Beyaz adam!" derler. Bu iki kelimeyi en büyük hakaret olarak görürler. Her millet kendisini daha başka milletlerden üstün kabul eder, üstünlük, hissi vatan sevgisini doğurur ve bunun ileri gitmesi savaşları meydana getirir.

Şu bir gerçektir her insan, bir bakıma kendisini size üstün kabul eder, onun kalbine girmenin en kolay yolu da, kendi benliğinde duyduğu büyüklük hissini sizin de tanıdığınızı ona samimi bir şekilde hissettirmelisiniz.

Emerson şöyle demiştir: "Karşılaştığım her insan, bir bakımdan benden üstündür ve ben de bu sayede ondan yararlanırım."

İşin en hazin tarafı hayatta hiçbir değeri olmayan ve hiçbir başarı kazanmayan kimselerin yetersizlik duygularını, kuru gürültülerle örtmek ve herkesi aldatmak istemeleri ve bu şekilde hareket etmeleridir.

Shakespeare der ki: "Zavallı adam, kısa süren bir otoriteye bürünerek öyle oyunlar oynar ki melekleri bile kendisine ağlatır."

Bu prensipleri uygularken önemli sonuçlar elde eden üç kişinin hikayesini anlatacağım: Hikayelerin birincisi ismini vermek istemeyen bir avukata aittir. Biz de ona Bay R. diyeceğiz.

Bay R. Kursumuza katılmaya başladıktan kısa bir süre sonra bazı akrabalarını ziyaret etmek için Long Island'a gitmişti. Karısı diğer akrabalarını görmeye gider ve Bay R. bu kuralı karısının ihtiyar teyzesinde denemeye karar verdi. Etrafa bakarak övülmeye değer bir şey aramış ve sormuştu:

- Bu ev 1890'da mı yapıldı?

- Evet, tam 1890'da yapıldı.

- Bana doğduğum evi hatırlattı onun için burayı çok sevdim. Ne kadar güzel bir ev! Artık buna benzer evler yapılmıyor.

- Haklısınız! Yeni gençler ev sahibi olmaya önem vermiyorlar. Küçük bir apartman ve bir buzdolabı onlara yetiyor. Bunları elde ederlerse otomobillerine atlayarak gezmeye başlıyorlar. Kocamla ikimiz yıllarca bu evin rüyasını gördük, onu yapmak için mimara gerek görmemiştik. Çünkü onu kendimiz yapmıştık.

İhtiyar kadın evini Bay R.'ye gezdirmiş ve ona seyahatlerinde aldığı güzel şeyleri göstermiş, o da bunları samimi bir şekilde takdir etmişti.

"Evi gezip dolaştıktan sonra birlikte garaja gittik. Garajın içinde, yeni sayılacak Packard markalı bir otomobil duruyordu. Bayan otomobili göstererek şöyle dedi:

- Kocam, ölümünden kısa bir süre önce bu otomobili almıştı. Kocamın ölümünden sonra bu arabayı kullanmadım. Siz güzel şeyleri beğeniyor ve takdir ediyorsunuz. Ben de bu otomobili size hediye ediyorum.

- Bana çok büyük bir lütuf ta bulunuyorsunuz dedim. Arabaya sahip olmak isteyen başka akrabalarınız var, arabayı onlara hediye etseniz olmaz mı?

- Akraba mı dediniz, onlar bu arabaya varis olabilmek için benim ölmemi bekliyorlar. Ben de bu arabayı onlara bırakmak istemiyorum!

- O halde bu arabayı satın.

- Satmak mı? Ben o arabayı satamam. Çünkü hiçbir zaman yabancıların bu arabayla gezmelerine tahammül edemem. Arabamı satmak hayalimden bile geçmez. Bunu size hediye etmekte ısrar ediyorum. Çünkü güzel şeyleri takdir ediyorsunuz.

Bay R. arabayı almamak için bir hayli uğraştı, ama daha fazla direnmenin yaşlı kadını üzeceğini düşünerek arabayı kabul etti.

Bu kadın kocaman bir evde antikalarla ve anılarla yapayalnız kalmıştı. En çok istediği biraz ilgi görmekti. Herkesin kendisinden esirgediği bu ilgi ve alakaya kavuşunca, minnettarlığını çok kıymetli bir hediyeyle ifade etmişti.

İkinci olay ise şöyle:

Kursu açtığım sırada tanınmış bir avukatın bahçesi için bir plan hazırlıyordum. Plan üzerinde çalışırken ev sahibi, bahçe hakkında bir takım önerilerde bulundu. Bu önerileri beğendim ve kendisini takdir ettiğimi anlattım. Ve şunları ilave ettim.

- Güzel köpekleriniz var. Madison'da yapılan köpek yarışmasında köpeklerinizle mavi kurdele kazanabilirsiniz.

- Köpeklerimin yerini görmek ister misiniz?

- Tabii.

Bir saat benimle ilgilendi. Ve köpeklerinin özeliklerini bana anlattı.

En sonunda bana dönerek:

- Küçük bir oğlunuz var mı? diye sordu

- Evet dedim.

- O halde size bir yavru hediye edeyim! dedi ve bana, yavruyu nasıl besleyeceğimizi anlattı. Onun bu hediyesi ve benimle bir saat kadar ilgilenmesi onu takdir etmemden kaynaklanıyordu.

Büyük şöhret kazanan George Eastman sinemayı oluşturan, şeffaf filmi icat etmişti. Ve çok büyük bir servet kazanmıştı. Bu kadar başarıya rağmen o da bizim gibi takdir edilmeyi bekliyordu.

Şöyle ki: Birkaç yıl önce Eastman, Müzik okulu açmış ve annesinin hatırasını yaşatmak için Kilburn Hail isminde bir tiyatro yaptırıyordu. Newyork'un Superior Seating şirketi, bu binaların sandalyelerini karşılamak istiyordu, şirket müdürü Jams Adamson bu iş için Eastman'in mimarı ile görüşmeye gitmişti. Mimar Adamson'u karşılayarak:

- Misler Eastman'ı onbeş dakikadan fazla meşgul etmeyiniz. Çünkü çok meşgul. Söyleyeceklerinizi süratle söyleyiniz ve siparişi alıp gidiniz!

Adamson da ona göre hazırlanmıştı.

Adamson içeriye girdiğinde Eastman'ın önünde bir sürü kağıt vardı. Misafirin içeri girdiğini görünce ayağa kalkarak gözlüğünü çıkarmış, misafirini selamlamış ve mimar, Adamson'u takdim etmişti.

- Mister Eastman! Sizin tarafınızdan kabul edilmek için dışarıda beklerken dairenizin güzelliği gözüme çarptı. Gerçekten güzel bir daire. Şirketinizin dekorasyonunu yapmak istiyorum. Ama hayatımda bu kadar güzel bir daire görmediğimi söyleyebilirim.

Adamson çevresindekileri anlatmaya başladı:

- Bu İngiliz kerestesi! İtalyan kerestesinden çok farklıdır!

- Evet, bunu değerli kerestelerden çok iyi anlayan bir arkadaşım seçmişti! Ve İngiltere'den buraya göndermişti.

Eastman, misafire odasını göstermeye başladı. Oymaları, nakışları ayrı ayrı anlattı. Eastman bir pencerenin kenarında durarak insanlığa yardım etmek için yaptırdığı bazı yerleri gösterdi. Rochester Üniversitesi, Devlet Hastanesi, Dost Yurdu, Çocuk Hastanesi!

Adamson insanlık için yaptıklarını takdir etmiş ve bu sırada Eastman bir dolap açarak ilk satın aldığı ve bir İngiliz'in keşfettiği fotoğraf makinesini çıkararak ona göstermişti.

Adamson, Eastman'a, sorular sormuş, o da çocukluğunun yoksulluk içinde geçtiğini, annesinin fakirlik yüzünden evinin odalarını kiraya verdiğini ve kendisinin bir sigorta şirketinde günde elli sent karşılığında çalıştığını anlatmıştı. Daha sonra da yoksulluğun peşini bırakmadığını ama annesini çalışmaktan kurtarmayı kafasına koyduğunu söylemiş ve Adamson onun hayatını anlatmasını zevkle dinlemişti.

Adamson saat 10.15'te Eastman'ın yanına girmişti. Beş dakikadan fazla kalmaması için uyarılmıştı, ama iki saat geçmesine rağmen hala konuşmaya devam ediyorlardı.

En sonunda Eastman, Adamson'a dönerek şunları anlattı:

- En son Japonya'ya gittiğimde birtakım sandalyeler alarak getirdim. Güneş bunların renklerini soldurduğu için şehre gidip cila aldım ve kendim cilaladım. Benim nasıl cila yaptığımı size göstermek istiyorum. Eve birlikte gidelim, yemeği birlikte yiyelim ve bu sandalyeleri size göstereyim.

Eastman yemekten sonra sandalyeleri gösterdi. Sandalyelerin her biri birbuçuk dolardan daha kıymetli değildi. Eastman bunları kendisi cilaladığı için çok mutluydu.

Eastman'ın o gün sipariş vereceği sandalyelerin karşılığı 90.000 dolardı. Bu siparişi tabii ki Adamson almıştı.

O günden sonra Eastman ile Adamson arasında bir dostluk başlamış ve bu dostluk Eastman'ın ölümüne kadar devam etmişti.

Takdir işine nereden başlamalıyız? Tabii ki evimizden. Çünkü her yerden çok bunu tatbik etmemiz gereken yer evimizdir. Karınızın mutlaka özelikleri vardır. Olmasaydı onunla evlenmezdiniz. Fakat onun bu özelliklerini kaç kere takdir ettiniz.

Ömrünüzün kalanını huzur içinde geçirmeyi istiyorsanız, karınızın pişirdiği et, kızarttığı ekmek kömüre benzese bile şikayet etmeyiniz. Sadece onun hünerini göstermek imkanını bulamadığını söyleyiniz. Bunun sonucunda onun çok fedakarlık yaptığını göreceksiniz.

Fakat bu harekete aniden başlamayınız. Yoksa karınızı şüpheye düşürürsünüz.

Karınıza bir demet çiçek veya bir kutu şeker götürün. Bunları okuyunca: "Gerçekten bunları yapmak gerekir." deyip geçmeyin, yapın. Bunu yaparsanız, evinizde mutlu olursunuz. Her aile bunu yapmış olsaydı bugün birçok yuva yıkılmamış olacaktı.

Kendinizi bir kadına aşık etmek ister misiniz? Bu sırrı size açıklıyorum. Çünkü bunu size iyilik olsun diye anlatıyorum. Zaten bunlar benim fikrim değil Dorothy Dix'ten duyduklarımı anlatıyorum. Bayan bir yazar 23 kadınla evlenip bu kadınların kalplerini ve bankadaki paralarını elde etmeyi bilen birisiyle konuşmuştu. (Bu görüşme sırasında adam hapishanede bulunuyordu) Bayan yazar, bu adama kendisini bu kadar kadına nasıl sevdirebildiğini ve paralarını nasıl elde ettiğini sormuş, O da: "Yapılacak şey kadına hep kendisinden bahsetmektir." demişti.

Aynı teknik, erkekler için de geçerlidir. Disraeli diyor ki: "Bir adama kendisinden bahsediniz. Sizi saatlerce dinler."

O halde herkesin sizi sevmesini istiyorsanız, altıncı kural şudur:

Başkalarına önemli birisi olduğunu hissettiriniz ve bunu samimi bir şekilde yapınız.


Konular