Kitaplar | Konular | ARAPÇANIN ÖNEMI

4. Çarpık Zihniyetten Ve Bağnazlıktan Doğan Engeller.

Hemen ifade etmek lâzımdır ki bu engel tarikatçılardır ve onların gerici zihniyetidir. Hiç bir zaman hiç bir noktada birleşememiş olan tarikat örgütleri Arapçanın önünü tıkamak için adeta omuz omuza vermişlerdir.

Tarikatçılar, Başta Ezher Üniversitesi olmak üzere, Arap ülkelerindeki eğitim ve öğretim kurumlarında Türk kökenli öğrencilerin okumasını hiç bir zaman istememişlerdir. Onlara ait tekke medreselerinde bir süre kalmış, ancak kaçamaklar sayesinde aydınlanabilmiş gençler arasında, Arapça öğrenmek üzere Yurt dışına giden öğrenciler, bu cemaatler tarafından «baş belâsı» olarak damgalanmış, adeta aforoz edilmişlerdir. Bu öğrenciler yurda dönüş yaptıktan sonra ?resmi görev alamadıkları için- iş bulmak üzere başvurdukları tarikat şeyhleri ve örgütleri tarafından boş çevrilmişlerdir. Ezherlilere ve öbür Arap üniversitelerinden mezun olanlara karşı tarikatçıların koyduğu gizli ambargo son yıllarda işe yaramayınca bu kez bizzat kendileri, beyinlerini yıkadıkları öğrencilerini bu okullara göndermeye başlamışlardır. Bundan güdülen amaç son derece açıktır. Beyinleri yıkanan tekke öğrencileri sözde «Arapların ve özellikle Vahhabilerin sapıklıklarını aşılanmadan» (!) dillerini öğrenecek ve döndükten sonra yine tekkeye bağlılıklarını sürdüreceklerdir. Üstelik Arapçayı da mükemmel öğrenmiş elemanlar olarak bu kez öbür aydın öğrenci kesimine karşı bir cephe oluşturacaklardır. Nitekim öyle de olmuştur.

Özellikle Tarikatçıların Mekkedeki Ummuul Qura ve Medinedeki El-Camiatul-İslâmmiye Üniversitelerine gönderdikleri öğrencilerin çoğu, orada bulundukları sürece takiyye yapmış, Haremeyn imamlarının arkasında namaz kılmak zorunda kaldıklarında bile onlara iktida etmemiş, Türkiyeli hacılar arasında yıkıcı propagandalar yapmış ve döndükten sonra da yine tekkede Emsile, Bina, İzhar ve benzeri çağdışı kitaplarla sözde Arapça dersi vermeye devam etmişlerdir. Aynı zamanda, «28 Şubatçılar» tarafından kovulan tarikatçı İlahiyat profesörlerinin hiç biri işsiz kalmamış, onlara, bağlısı oldukları cemaatler tarafından iş bulunmuştur.

Gerek statükocuların bu konudaki politikaları, gerekse tarikatçıların bu politikalarla örtüşen tavırları tamamen ideolojiktir. Türkiyeli Arapça öğrencisinin bilmesi gereken en önemli noktalardan biri de işte budur. Oysa mantıklı bir ilim yolcusuna göre ideoloji, bilimin karşısında engel oluşturamaz. Onun için gerekçesi ne olursa olsun, Türkiyede Arapça öğrenmeyi yasaklayan bir zihniyet daima tepki görecektir. Ancak bu haklı tepkiyi gösterebilecek aydın insanlara ihtiyaç vardır. Daha doğrusu şimdiye kadar gizli bırakılmış olan bu sorun hakkında insanları aydınlatma zamanı artık gelip çatmıştır. Bu nedenle başta öğrenciler olmak üzere toplumun aydın kesimleri Arapçanın önüne dikilmiş olan bütün gizli engeller hakkında bundan böyle bilgi sahibi olabileceklerdir.

Bu esrarlı engellerin temelini oluşturan çok önemli bir noktaya burada kısaca temas etmekte yarar vardır. Tarih boyunca İslâmı paylaşmada ilginç hilelere başvuran, bu konuda kıyasıya rekabete girişen ve birbirini ölesiye kıskanan Araplar ve Türkler, İslâmın ve onun getirdiği bilim ve uygarlık kurumları üzerinde büyük yıkımlara neden olmuş, sonuç olarak kendileri de tarihin sahnesinde çökmüşlerdir.

Kurândaki arı İslâmı, tarih boyunca sırf bir Arap dini olarak damgalayan Türkler, Tarikatlarıyla, tekkeleriyle, mezarlık ve ölü kültleriyle, Arapçaya bakış açılarıyla kendilerine özgü bir din örmüşlerdir. Son bin yıl boyunca Türklerin egemenliği altında yaşamış olmayı zül sayan Araplar da yüzyıl kadar önce gösterdikleri şiddetli tepkilerden biri olarak İslâmı sırf kendilerine ait bir kültürel kurum gibi görmeye başlamışlardır. Bu iki farklı tepki birçok alanda yıkıcı sonuçlar verdiği gibi, «Ümmet dili» olarak algılanması gereken Arapçaya bakış açısını da değiştirmiştir.

İşte tarikatçıların Arapçaya bakış açısı bundan kaynaklanmaktadır. Nitekim Hint dinlerine dayanan ve Türkistanda kurulan Nakşibendi Tarikatının şeyhleri, medreselerinde, Arap olmayan Birgili Mehmed Efendi, Molla Cami ve Cürcüni gibi yazarların eserlerini okutmaya daha çok ağırlık vermişlerdir. Aynı zamanda eski Arap medreselerine özgü: sınav, ödev, kompozisyon, müzakere ve münazara gibi sistemleri; matematik, fizik, kimya, ve biyoloji gibi pozitif bilimlerin okutulmasını yasaklamışlardır. Bundan amaç; Arapçayı bir yaşam dili olarak değil, sadece onu kutsal metinlerin okunmasına yarayan bir ibadet dili olarak akıllara yerleştirmektir. Çünkü onlara göre «Arapça konuşan insan, Araplaşmış demektir. Bu ise bir Türk insanına asla yakışmaz!» Bu gerçeğin en çarpıcı kanıtını ise Mahmut Toptaş vermiştir. Aynı zamanda bir «din adamı» olan ve «Cantaş Serisi» gibi Arapça kitaplar pazarlayarak geçinen bu şahıs, yazdığı bir sözlüğün önsözünü aynen şu satırlarla bitirmiştir: «Bu lügat arab milletinin dilini öğretmek için değil, Rabbimizin kelâmını öğretmek için hazırlanmıştır.»

Günümüzde Türkiyeli Arapça öğrencisi bütün bu gerçekleri öğrenmeden ne önündeki engellerin farkına varabilir, ne de onları kaldırmaya çalışanlara yardımcı olabilir.


Konular