Kitaplar | Konular | ARAPÇANIN ÖNEMI

2. Yaygın mahalli dili (yani Türkçeyi) çok iyi düzeylerde bilmemekten kaynaklanan engeller.

Türkçe, Türkiye halkının yaygın olarak konuştuğu dildir. Asırlardır geçirdiği evrelerden sonra bugün ?ileri derecede olmasa bile- epeyce yapılanmış, Türkiye coğrafyasında iletişim, basın-yayın ve eğitim dili haline getirilmiştir. «İstanbul Türkçesi» olarak kabul görmüş olan şekli, öbür bütün şivelere göre estetik bir fonetiğe de sahiptir. Bugün düzenin meşruluğunu tartışan sivil entelektüel kesimler bile Türkçeyi, rejimin resmi dili olma niteliğinin üzerinde bir değer olarak düşünmekte ve onu korumaya çalışmaktadırlar. Çünkü bu dil rejimin ve onu dayatan «Balkanlılar Musevi kulübü»nün değil, bilakis halkın dilidir. Ona ait üstün bir değerdir. Kurân-ı Kerimin Rum suresi, yirmi ikinci âyet-i kerimesinde ifade edildiği üzere, İslâmın ölçüleri bakımından da bütün diller Allahın birer kudret mucizesi sayıldıklarından Türkiyeli «müslümanlar» Türkçeye önem vermek zorundadırlar. Özellikle genç müminlerin Türkçeyi her bakımdan çok iyi öğrenip, yazılı ve sözlü anlatımda onu başarıyla kullanmaları hem inançlarının gereğidir, hem de varlıklarını ve değerlerini korumak ve savunmak için muhtaç oldukları zaruri bir araç ve güçlü bir silahtır.

Ne var ki son yıllarda baş gösteren çeşitli sosyopolitik sorunlar, toplumda eğitim ve kültür düzeyinin düşmesine neden olmuş, bu sonuç ise Türkçeyi kurallarına ve aksanına uygun biçimde kullanmayan çok büyük kalabalıkları cesaretlendirmiştir. Özellikle ana dili Türkçe olmayan etnik kitleler, kısmen asimile olma korkusu ile, kısmen de ihmal sonucu olarak Türkçeye önem vermemişlerdir. Oysa Türkçeyi kurallarına ve aksanına uygun olarak kullanmanın, Türk kökenli olmayanların inançlarına ve değerlerine hiçbir zararı yoktur. Tam tersine faydası vardır. Nitekim statükocu egemen azınlığın dayatmalarına karşı gerekli savunmaları ancak Türkçe yapmak mümkündür. Dolayısıyla Türkiyede yaşayan, istisnasız her insan için bu dil son derece önemlidir.

Bu gerçek çok açık biçimde ortadayken, ne ilginçtir ki yabancı dil öğrenmek isteyen birçok genç, Türkçeyi kullanmakta beklenen başarıyı gösterememektedir. Hele Türk kökenli gençlerin kendi ana dillerini başarıyla kullanamamaları büyük bir kusurdur! Oysa yabancı dil öğrenmek isteyen her insan önce kendi ana dilini her bakımdan çok iyi bilmesi ve onu en girift ve en çetrefil kavramları açıklamada başarıyla kullanması gerekir. Çünkü yabancı dil hedeftir; mahalli dil ise o hedefe ulaşmak için çok yönlü bir araçtır. Yabancı dili, uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra ancak ulaşılabilecek bir saraya eğer benzetirsek, mahalli dili de, o saraya bizi götüren güzergâha, araçlara, yol işaretlerine ve yolculuk boyunca ihtiyaç duyacağımız şeylerin tümüne benzetebiliriz. Hal böyle olunca yabancı dil öğrencisi, nasıl olur da kendi mahalli dilini ihmal edebilir!

Yabancı dillerden birini, özellikle Arapçayı öğrenmek isteyen gençler, Türkçeyi vasat ve sıradan bir düzeyde değil, onu grameriyle edebiyat kurallarıyla, deyimleriyle ve çok yönlü terminolojisiyle öğrenmek ve başarıyla kullanmak zorundadırlar. Özellikle Türk kökenli olmayan gençler bu konuda çok daha fazla gayret göstermelidirler. Çünkü onlar genellikle aile ve muhitlerinin etkisi altında Türkçeyi aksanına ve mantığına uygun olarak kullanamıyor olabilirler. İşte bu nedenle onların bu konuda biraz daha fazla gayret sarf etmeleri gerekir.

Bu tavsiyenin muhatapları, başta Kürt kökenli Türkiyeliler olmak üzere öbür etnik kitle mensuplarıdır. Arapça öğrenmek isteyen, özellikle Türkiyeli Kürtlerin ve Arapların Türkçeyi çok iyi düzeylerde ve aksanıyla öğrenmeleri şarttır. Çünkü -bir bilim dili niteliğini kazanamamış olsa bile- Türkçe, Kürtçeden çok ileri derecede yapılanmıştır. Kürtçe zaten hiçbir zaman bir bilim dili haline gelememiştir ve bundan sonra da gelme ihtimali hemen hemen yoktur. Dolayısıyla Türkiye şartlarında Kürt kökenli gençler herhangi bir yabancı dili ve tabiatıyla Arapçayı da ancak Türkçe aracılığıyla öğrenebilirler.

Günümüzde Siirtin Tillo (Aydınlar) ilçesinde halâ varlığını sürdüren ve Molla Burhan adında bir şahsın ders okuttuğu medreseye benzer yerlerde Kürtçe aracılığıyla sözde Arapça öğrenmeye çalışan Kürt kökenli softalar asla Arapça öğrenemezler. Asırlardan beridir bu medreselerde okumuş ve sözde «âlim» diye ünlenmiş hiçbir kimse esasen Arapça öğrenememiştir. Bu medreselerde sözde ders veren müderrisler de -yığınlarca kitap okumuş- birer cahilden başka bir şey değildirler. Müderrisler bu sözü kendilerine yapılmış bir hakaret saymamalıdırlar. Tam tersine kendilerini test etmelidirler. Örneğin, kendilerine şu soruları yöneltip cevaplarını bulmalıdırlar:

1. Eğer milletlerarası bir konferansa konuşmacı olarak davet edilecek olursam ve benden, (meselâ küreselleşme konusunda) İslâmın bakış açısı hakkında Arapça bir konuşma istense ben böyle bir konuşma yapabilir miyim?

2. Kendilerine Arapça öğrettiğim öğrencilerimden, günün birinde İlkokul düzeyinde bile olsa, matematik ve geometri dersi vermem için bana bir teklif gelse halim ne olur? Onların karşısında ne duruma düşerim?

3. Bir gün öğrencilerimden biri bana, «Hocam, insan İskeletini meydana getiren kemiklerin her birinin Arapça adını biliyor musunuz?» diye bir soru yöneltecek olsa, ben ona nasıl bir cevap veririm? Üstelik Arap ülkelerinde okutulan çok basit bir biyoloji kitabını eğer getirir ve bana: «Bakınız hocam! Adlarını bilmediğiniz kemiklerin, her birinin üzerinde adı yazılı bulunuyor ve bu kitap Arap ülkelerinde İlköğretim okullarında okutuluyor; siz bu dereceye düşmüş bilgisizliğinizi nasıl açıklayabilirsiniz?» derse, ben ona nasıl bir yanıt verebilirim, ben bunu nasıl açıklayabilirim?

Evet kimliklerini ve faaliyetlerini gizleyerek halâ ortaçağ kilise sistemiyle «sarf ve nahuw» dersleri vererek yüzlerce gencin hayatını karartan bu müderris efendilere eğer sadece yukarıdaki sorular yöneltilecek olsa bile bu şahısların kim oldukları ve topluma verdikleri zarar ve yıkımın yanında Arapçanın karşısında da ne büyük birer engel oluşturdukları ortaya çıkacaktır. Fakat Türkiyede hiçbir medya kuruluşunun bu şahıslara bir muhabirini gönderip onlarla küçük bir röportaj yapmayı bile (bilinçli olarak) düşünmediğine göre, bu adamların sırf Arapçaya zarar vermeleri için «Derin Devlet» tarafından nasıl korunduklarını kanıtlamaktadır. Çünkü bu medreselerin her biri bir tarikatçı cemaate aittir. Ve çünkü lâikçi rejimi ayakta tutan en güçlü destek bu odaklardan gelmektedir!

Bu medreselerde Arapçanın karşısında zincirleme birçok engel daha vardır. Bunlardan biri de ders anlatımında kullanılan Kürtçedir. Uygar dünyadan soyutlanmış bir bölge olduğu için, buralarda, hiç kimse bu sorunun üzerinde durmayı aklının ucundan bile geçirememiştir.

Tekrar etmekte yarar vardır ki Türkiyeli gençler -hangi kökenden olurlarsa olsunlar- her şeyden önce Türkçe hakkında en ileri düzeyde bilgi sahibi olmadıkları ve onu en başarılı biçimde kullanamadıkları sürece herhangi bir yabancı dili ve tabiatıyla Arapçayı da hakkıyla öğrenme şansını elde edemezler.


Konular