Kitaplar | Konular | ARAPÇANIN ÖNEMI

Türkiyede Arapça Öğreten Kurum Ve Kuruluşlar Ve Bu Merkezlerin Mahiyeti

Türkiyede sözde Arapça öğretim yaptıran birçok «legal» ve «İllegal» merkezler vardır. Bunlar, İmam-Hatip Okulları, İlâhiyat Fakülteleri, Arap Filolojisi, Tarikatçılara ait Kurân Kursları ve medreselerdir. Bu odakların hiç birinde Arapça öğrenmek mümkün değildir. Sebepleri gayet açıktır; özet olarak şöyle ifade edilebilir: Bu odaklardan devlete ait olanlar, görevleri icabı zaten öğrenciye Arapçayı bir yaşam dili olarak öğretmemek için ne gerekiyorsa onu yapmak zorundadırlar. Çünkü bu kurumlar, esasen Böyle bir rol için yapılandırılmışlardır.

Tarikatçılara ait Kurân Kurslarına ve medreselere gelince bunlar, amaçlarında samimi bile olsalar, Arapçayı öğrenciye öğretebilecek hiçbir elemana sahip değildirler. Nitekim bu kurs ve medreselerde Arapça konuşabilen, Arapça bir makale, bir mektup, hatta zorunlu ihtiyaçlarını belirten birkaç satır yazmayı başaracak bir tek hoca bile yoktur. Bu çarpıcı gerçek, ciddi araştırmalarla tespit edilmiştir. Nitekim, Ortadoğu ile ticari ilişkileri bulunan Türk firmaları, Çalıştırdıkları «Arapça bilen» elemanlarının hiç birini bu kaynaklardan seçmemektedirler. Çünkü yukarıda adları sayılan odaklarca sözde yetiştirilmiş olan kişiler, ne ticarî sektörlerde çalışabilecek niteliktedirler, ne de zaten muhataplarla iletişim kurabilecek bir Arapça bilgisine sahiptirler. Üstelik yıllarca ilâhiyât, medrese ve kurslarda sözde okumuş olanlar ancak «hoca» diye bilinen ve mistik işlerle uğraşan fanatik tiplerdir. Bunlar sanat, ticaret, ekonomi, üretim, seyahat, turizm ve kültürel faaliyetler gibi yaşımın aktif alanlarından uzaktırlar. Ömürlerinin hemen tamamı ibadethanelerde, tekke ve benzeri yerlerde, ev sohbetlerinde ve mezarlıklarda geçmektedir. Devlet bile, Arapça tercüme elemanlarını, Uzun yıllar Mısırda okumuş, ancak kendini iyi yetiştirebilmiş olanlar arasından seçer. Örneğin Devlet tercümanı olan Ahmet Kocaer bunlardan biridir.

Türkiyede Arapça öğrenmek isteyen gençler, yukarıda çok özet olarak çizilen manzaradan önemli mesajlar almalıdırlar, dersler çıkarmalıdırlar. Bu cümleden olarak şu kurallara uymaya çalışmalıdırlar.

Her şeyden önce Arapçayı, ana dil olarak konuşan ve bütün öğrenimini bu dille yapmış bulunan formasyon almış, -öğretme ve eğitme yeteneği yüksek- birinden ders almalıdırlar. «Falanca medrese hocası», «filanca ilâhiyat profesörü», «Arapça lügat yazarı», ya da başka bir unvan ve nitelikle reklâmı yapıla gelen ancak Arapçayı «yaşam dili» olarak konuşamayan birilerinden ders almak, yıllar sonra büyük bir hayal kırıklığına neden olacaktır!

Bu nokta ile ilgili olarak bilinmesi gereken birçok husus daha vardır ki bunlardan biri de şudur: Bir yabancı dili sadece okulda, fakültede, dershanede, medresede ya da kursta öğrenmek mümkün değildir. Üstelik o dili, eğer onu konuşamayan birinden öğrenmek istiyorsanız, bu hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bir yabancı dili gerçek anlamda öğrenmek isteyenler (hele öğretmek amacıyla öğrenmek isteyenler), mutlak surette o dili ana dil olarak konuşanlarla düşüp kalkmalıdırlar. Bu iş için yabancı bir ülkeye gitmeye de gerek olmayabilir. Yeter ki o dili konuşan bir, ya da birkaç kişiyi bulup onlarla sık sık diyalog kurmak mümkün olabilsin. Ama bu fırsatı, daima öğrenci kollamalıdır ve elde ettiği zaman da onu çok iyi değerlendirmelidir; böyle bir fırsatın çok nadir bulunduğunun bilincinde olmalıdır. Dolayısıyla da hocasından çok kendisinin özverili olması gerektiğine baştan inanmalıdır. Eğer bu şekilde akılcı davranabilirse öğrenci, hocasından azami derecede yararlanabilir. Aksine eğer ayrıntılarla uğraşır, hele hocasını uğraştırırsa, ya da fedakârlığı daha çok hocasından beklerse, hocasının zamanını ve enerjisini zorlayacağından, onu yıpratacağından, amacına ulaşamayabilir! Öğrencinin hocasını sömürmesi kadar ortamı bozan bir sebep yoktur. Zeki öğrenci, hocasını yormadan, onu usandırmadan, verdiği bilgileri çarpıtmadan ve onu ticaret metaı haline getirmeden en küçük fırsatı bile değerlendiren başarılı ilim yolcusudur.


Konular