Kitaplar | Konular | Muhtasar Islam Tarihi

Şâir Keab'ın Müslüman Oluşu

Şâir Keab, müşrikler arasında meşhur bir şâirdi. Söylediği şiirlerle, Peygamberimiz'e sataşmalarda bulunmuş, diliyle Peygamber Efendimiz ve Eshâbını çok rahatsız etmiş olduğundan, hakkında Peygamberimiz; "Kim rastlarsa, Keab'ı öldürsün. Artık onun kanı helâl kılınmıştır." buyurmuştu. Mekke fethinde, Kâbe'nin örtüsü altına sığınmış olsalar da kanı heder, helâl kılınanlardan olup, öldürülmesine karar verilmiş olanlardandı.

Keab, öldürüleceğini duyunca kaçmıştı. Arabistan'da kabîleler arasında İslâmiyet sür'atle yayılmağa başlayınca Keab için sığınacak yer kalmamıştı. Nereye gitse kendisine «bize gelme» deniyordu.

Müslüman olmuş olan Keab'ın kardeşi, kendisine mektup yazarak; Rasûlüllah'a gelmesini Müslüman olup, afv dilemesini isteyerek şöyle yazmıştı: "Rasûlûllah (A.S)'ın yanına hiçbir kimse gelmemiştir ki kendisi «Allah'dan başka bir ilâh bulunmadığına ve Muhammed (S.A.V.)'in Rasûlüllah olduğuna şehâdet etsin de Rasûlüllah da onun Müslümanlığını kabul etmesin.» Bu mektubum sana vardığı zaman eğer canın sana gerekli ise Müslüman ol, acele Rasûlûllah'ın yanına gel".

Mektup Keab'a ulaşınca, Keab, Hz.Ebû Bekir (R.A.) haber göndererek, «Medîne'ye gelip, Müslüman olacağını, kendisini himâyesine almasını» istedi. Bilindiği takdirde, öldürüleceğinden korkuyordu. Gizlice Medîne yolunu tuttu. Hz.Ebû Bekr'e sığındı. Hz.Ebû Bekir (R.A.), onu Rasûlü Ekrem'in huzuruna çıkardı. "Yâ Rasûlellah bu adam bîat edecek." dedi.

Bunun üzerine Keab, hemen Rasûlü Ekrem'in elini tutarak, özür ve af diledi. Kendisinin Keab olduğunu bildirmiyordu. "Yâ Rasûlellah! Keab ibn-i Züheyr yaptıklarına pişman ve Müslüman olarak Senden eman dilemeğe gelmiş bulunuyordur. Ben onu Sana getirsem ona eman verir, kendisinin tövbesini ve Müslümanlığını kabul eder misin?" dedi.

Peygamberimiz; "Evet." buyurdu.

Bunun üzerine Keab ibn-i Züheyr; "Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlühû (Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilah yoktur ve yine şehâdet ederim ki; muhakkak Muhammed (S.A.V) de Allahu Teâlâ'nın kulu ve Rasûlüdür." diyerek şehâdet getirdi, îman etti.

Keab, kendini tanıttığı zaman Ensârdan biri sıçrayıp ayağa kalktı; "İzin ver Yâ Rasûlellah, şu Allah düşmanının boynunu vurayım." dedi.

Peygamberimiz; "Vazgeç ondan, o üzerinde bulunduğu halden pişman ve Hakk'a dönmüş olarak gelmiştir." buyurdu.

Keab, daha önceden yaptıklarına çok pişmanlık içinde idi. Çünkü, kendisini kurtarmak isteyen bu büyük Peygamber hakkında çok kötü şeyler düşünmüş ve yazmıştı. Bu defa yüce huzurda; «Bânet Suâd» diye anılan Peygamber Efendimiz'i metheden meşhur uzun kasîdesini okumağa başladı. Bu kasîde; âdet üzere, şâirin sevgilisi Suâd'ın ayrılığından, onu terkedişinden, vefâsızlığından duyduğu teessürünü, kalbinin elemlerini, yana yakıla ifâde ile başlayıp, sevgilisinin güzelliğini, tatlı ve ince sesini, parlak çehresini, semâvi tebessümünü sayarak bir girizgâh yaptıktan sonra asıl maksada gelir, sözü Peygamberimiz'e getirir, onu methederken belâğatın şâhikasına yükselir. Rasûlûllah'ın bana vaâdde bulunduğunu duydum. Ondan zâten afv umulur, diyerek afv diler.

Keab; "Şüphe yok ki Rasûlüllah doğru yolu gösteren bir nûr, kötülükleri yok etmek için sıyrılmış, Allâh'ın keskin ve yalın kılıçlarından bir kılınçtır." mealindeki beyitlerine gelince, Peygamber Efendimiz yanındaki Kureyş Muhâcirlerine bakıp gömleğinin yeniyle işâret ederek; "Dinleyiniz!" buyurdu.

Peygamberimiz, bu kasîdeyi dinledikten sonra büyük bir haz duymuştu. Bu beyitler Fahri Kâinâtın çok hoşuna gitmiş, o anda yanında hediye edecek başka bir şey olmadığından üzerindeki hırkasını çıkararak şâir Keab'a hediye etmiştir. Ondan dolayı bu kasîdeye «Kasîde-i Bürde» denir.

Hz.Muâviye, hilafeti zamanında bu hırkayı Keab'dan satınalmak istemişti. Vermedi. Hz.Keab vefât edince, mübârek hırkayı Hz.Muâviye yirmibin dirheme varislerinden satın aldı. Ondan sonra gelen hâlifelerden birbirine intikal etti. Nihâyet, Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim Han'ın, Mısır'ı fethiyle mukaddes emânetler arasında İstanbul'a getirildi. Osmanlı sultanlarının son derece dikkat ve hürmetle muhafaza ettikleri bu «Hırka-i Şerif», hâlen Topkapı Sarayında, Hırka-i Saâdet dâiresinde, Emânât-ı Mübâreke arasında mahfuz olup ziyâret edilmektedir.


Konular