Kitaplar | Konular | Muhtasar Islam Tarihi

Münâfıkların Bozgunculuğu

Zaman zaman, içlerindeki samimiyetsizlik ve hastalığı, dışarı atmaktan geri kalmayan münâfıklar, Tebük seferine çıkılmadan ve sefere çıkıldıktan sonra bir kısım söz ve hareketlerde bulundular. Münâfıklar, Müslümanlar arasına fitne sokmak, ayrılık çıkarmak maksadıyla, ihtiyarlık, hastalık, yağmur ve kışı bahane ederek Mescid'i Nebevî'ye devam edemediklerini ileri sürüp, Kuba mescidine karşı olmak üzere Medîne civârına bir mescid yaptılar. Fakat, niyet ve maksatları: Eshab'ı, Hz.Peygamberimizin arkasından ayırmak, mescîdinden uzaklaştırmak, cemâatı dağıtmak, bozgunculuk yapmaktı. Hıristiyan bir Medîne'li olan, Ebû Amir de münâfıkları bu işe teşvik etmiş; "Siz büyük bir mescid yapınız ve içine mümkün olduğu kadar da silah koyunuz. Ben de, Rum Kayseri'ne gidiyorum. Size külliyetli Rum askeri getiririm. Muhammed ile Eshab'ını Medîneden çıkarırız." demişti. Aralarında iyice anlaştıktan sonra bu fâsık Şam'a gitmiş, diğer münâfıklar da mescidlerini tamamlamışlardı.

Münafıklar, tam Tebük seferine çıkılacağı bir sırada Peygamber Efendimiz'e gelerek, kış şartları, ihtiyarlık ve hastalık gibi mâzeretlerle mescide gelemeyenler için bir mescid hazırladıklarını söyleyerek, Peygamber Efendimiz'in gelip içinde namaz kılarak, bu mescidi açmasını istemişlerdi. Peygamberimiz de, şimdi vakti olmadığını söyleyerek onların isteklerini yerine getirmemişti. Münâfıklar, hakîkatta bu mescidi, Müslümanlar arasına nifak tohumu saçmak ve onu sû-i kast yapmak için depo olarak kullanmağı da planlamışlardı. Böylesine kötü niyet ve gâye ile yapıldığından, buna «Mescîd-i Zırar» dendi.

Bu zırar mescîdi ve onu yapanlar hakkında Peygamber Efendimiz'e vahiy geldi. İndirilen Kur'ân âyetinde Cenâb-u Hakk, meâlen buyurdu ki: "Zarar vermek için, mü'minlerin arasına ayrılık sokmak için ve bundan önce Allah ve Rasûlü ile harp edenin gelmesini beklemek için bir binâ yapıp onu mescid edinenler ve «Bununla iyilikten başka bir şey kasdetmedik» diye muhakkak yemin edecek olanlar vardır. Allah, şehâdet eder ki onlar şeksiz ve şüphesiz yalancıdırlar. Sen onun içerisinde hiçbir vakit namaz kılma. Tâ ilk günde temeli tâkva üzerine kurulan mescid, Senin içinde kıyâmına elbette daha lâyıktır. Orada tertemiz olmalarını arzulamakta olan erler vardır. Allah da temizlenenleri sever. Binâsını, Allah korkusu ve rızâsı üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yerin kıyısına kurup da onunla birlikte cehennem ateşine çöküp giden kimse mi? Allah zâlimler gürûhuna hidâyet vermez. Onların kurdukları binâ kalplerinde temelli bir şek ve nifâka sebeb olacaktır. Meğer ki kalpleri ölümle parçalanmış olsun. Allah, herşeyi bilen, her yaptığını yerli yerince yapandır." (Sûre-i Tevbe, âyet 100-107).

Münâfıklar, Tebük seferine çıkılacağında, böyle sıcak günlerde yola çıkmayınız diye, halkı kışkırtıp, moralini bozmağa çalışıyorlardı.

Onlara; "Cehennemin harareti daha şiddetlidir." buyuruldu.

Münâfıkların başı Abdullah ibn-i Übeyy'ibn-i Selül de; "Roma devletini Muhammed oyuncak mı sanıyor? O'nun Eshâbı ile birlikte esir olacaklarını gözle görmüş gibi oluyorum." diyerek korku ve moral bozukluğu vermek istiyordu. Onun böyle konuşması Müslümanların canlarını sıkıyordu. İtikâdı yarım olanlar onun bu sözlerinde gerçek payları aramağa çalışıyorlardı. Aslında, onun sözlerinin gerçekle hiç bir ilgisi olmayıp, bunlar yalanın ta kendisi idi.

Niyeti bozuk olanlardan bâzıları, hakîkaten mahzur (özürlü) olmadıkları halde saçma sapan özürler beyân ederek, sefere katılmadılar. İtikâdı tam olanlar, kendilerine söylenen moral bozucu sözlere aldırmıyorlar, cihad ve gazâya gâyet istekli olarak, kemâli sür'atle sefere hazırlanıyorlardı. Öyle ki bâzıları zâhire ve eşyalarını yükleyecek deve bulamadıklarından, pek ziyâde mahzun olarak saatlerce ağlarlardı.

Bir ara sefer esnâsında, Rasûlü Ekrem'in devesi kaybolmuştu. Ordu içinde ve içi bozuk olanlardan birisi; "Muhammed, Peygamberim der. Yerlerden ve göklerden, haber verir. Kendi devesinin yerini bilmeyen kimse nasıl peygamber olur." demişti.

O vakit Rasûlü Ekrem Eshâbına; "Bir şahıs Benim hakkımda şöyle böyle diyor" diyerek, onun bu sözlerini anlattı. Ve; "Ben, vallâhi bir şey bilmem ancak Cenâb-u Hakk'ın bildirdiğini bilirim. Ancak şimdi Cenâb-u Hakk bana bildirdi ki deve şu anda fîlân vâdîde fîlân yerde, yuları bir ağacın dalına ilişip kalmış. Hemen gidip getirin" buyurdu.

Deveyi getirdiler. Rasûlü Ekrem Hazretleri'nin yolda iken devesine bakanlar iki kişiydi. Bunlardan biri Ammar ibn-i Yâser, diğeri de Huzeyfe'tübni Yemâni Hazretleri idi. Ammar ibn-i Yâser (R.A.) Hazretleri deveyi çeker, Huzeyfe'tübni Yemâni Hazretleri de geriden sürerdi.

Münâfıklardan 12 kişi aralarında Hz.Peygamberimiz'e sûikastta bulunmağı kararlaştırdılar. Geceleyin Akabe denen yerden geçerken ansızın üzerine atılarak öldürmeği planlayıp, yola pusu kurdular. Onların bütün bu kötü maksat ve tertipleri Allah Rasulü'ne, Cebrâil (A.S.) tarafından bildirilmişti. İhtiyatlı bulunup o yere geldikleri zaman, Rasûlü Ekrem bir karaltı görmüşlerdi. Bu karaltı, diğer karaltılara benzemiyordu. Çünkü, yerlerinde duramıyorlar, bir şeyler yapmak için fıkırdaşıyorlardı. Gizlenmiş olan bu münâfıkların gölgeleri de toprağa aksediyordu. Bunun üzerine Rasûlü Ekrem, Hz.Huzeyfe'ye onları göstererek, onları dağıtmasını istedi. Hz.Huzeyfe onları kısa bir zamanda dağıttı.

Bunların münafık olduklarını, sûikast ile geldiklerini Hz.Huzeyfe'ye haber verdi. Ertesi gün, Useyd ibn-i Hudayr (R.A.) Hazretleri bu vakâdan haberdar olunca ordu içinde ne kadar münâfık varsa îdam ettirmek istedi. Lâkin, Rasûlü Ekrem buna râzı olmadı. Ve; "Madem ki lîsanları ile Kelime-i Şehâdet getiriyorlar, onlara taarruz olunmak câiz olmaz." diye buyurdu.

Münâfıklar, kendilerini hiçkimsenin bilmediğini zannederler, yapmak istediklerini gizli yaptıklarını zannederlerdi. Oysa ki Rasûlü Ekrem, bütün münâfıkları bilirdi. Lâkin, îlân etmezdi. Fakat, sâdece Hz.Huzeyfe'ye münâfıkların isimlerini bildirdi. Bunun içindir ki Hz.Huzeyfe de bütün münâfıkları bilirdi. Hz.Huzeyfe, Rasûlü Ekrem'in mahrem-i esrârı idi. Hatta derler ki "Dünyâda ne kadar olmuş ve olacak şeyler varsa Rasûlü Ekrem ona beyân eylerdi".


Konular