Kitaplar | Konular | Tarih Boyunca İslam Hakimiyeti ve Uğradığı Suikastlar

HÜLÂSA

İsl âm güneşinin doğduğu andan, içinde yaşadığımız şu da­kikaya kadar Müslümanlığı ve Müslüman dünyasını kuş bakışı ve bitaraf bir gözle tetkik ettik. Dinin kuruluşu, yayılışı, mü­cadeleleri ve gayesiyle siyaseti hakkında az çok malûmat topladık. Bu eser, bir fıkıh kitabı olmaktan ziyade dünya niza­mında Müslümanların mevkilerini gösteren ve gidecekleri isti­kameti mehma emken tâyin eden bir kitaptır. Birbirleriyle yan yana ve muttasıl yaşayan yüz milyonlarca Müslümanın bir araya geldiği, aralarına düşmanlar tarafından sokulmuş anlaşmazlıklar bertaraf edildiği, cümlesi bir hedefe, bir gayeye bir inanca bağlandığı gün Müslüman milletlerini teker teker zincire vurmak şöyle dursun, bütün insanlık onun kuvvet ve vahdetini alkışlayacak ve medeniyet bundan ziyadesiyle fay­dalanacaktır.

Bug ünün "dünya hâdiseleri ne şekil ve ne manzara arzederse etsin, iktisadî faktörler bunların cümlesine hâkimdir. Bugün mevcut kapitalizm ve komünizm de bu iktisadî varlığın iki kutbudur... Şöyle ki üstünkörü bîr düşünelim: Fastan Çine kadar uzanan, arada hiç bir fasıla olmayan, birbirlerine bitişik yediyüz milyon Müslümanın elinde ne muazzam servetler var d ır. Bütün bakir ham madde kaynaklarının çoğu bizim elimiz­dedir. Memleketlerimiz tabiaten zengindir. Birimizin noksanı­nı ötekisi tamamlayabilir, iktisadî anlaşmalar, karşılıklı tica­ret, kültür anlaşmaları, büyük sanayi, karşılıklı alış veriş müslümanları zengin yapar, âleme muhtaç olmaktan kurtarır. Bütün Müslüman milletler bu yoldadır. Hummalı bir çalışma ve gayreti kimse inkâr edemez. Bunun içindir ki yahudi iktisat ve devlet adamları fırıl fırıl, karış karış Afrikayı dolaşıyorlar. Oralarda altın, pırlanta, uranium, bakır madenle!inden, kalay­dan, kauçuğa kadar ne yok ki...

En son gelen b üyük yahudi gazetesi Jewish Cronicle.de şu yazı nazarı dikkatimi çekti:

«Türk hükümeti, ziraatciliği ve ham maddeyi bir tarafa terkederek sanayileşme yoluna girdi. Halbuki yanıbaşındaki israil hükümeti bu işi mükemmelen yapmaktadır."

Bu bir itiraft ır, bir sırrın, bir iç arzunun ifadesidir. Bunun Türkçesi şudur: Türkler çobanlıkta devam etsinler .Tiftik ke­çilerinin yünlerini üç liradan bize satsınlar, biz onları imal ede­lim, kilosunu elli liradan onlara satalım ve böylece Orta Doğu­nun göbeğinde bir İsrail çıbanı, iktisadî kan kanseri gibi bizi kemirsin, iliklerimizi emsin. Artık yağma yok. Bugüne kadar olanlar olmuştur, hem de fazlasiyle... Biz onlan eksiltmeye, kısaltmaya, hattâ büsbütün bertaraf etmeye çalışıyoruz.

Yirmi üç bin kilometre murabbaı gasbedilen topraklarda yaşayan ve fareler gibi üreyen insanların, Müslüman sırtından geçinmek için yapmayacakları şey yoktur. Çünkü bu kadar küçük bir arazı parçası bu kadar çok insanı geçindiremez. On­ların Tevratı, onlara Nilden Fırata kadar olan yerleri bol ke­seden bağışlıyorsa, bizim Kur'anımız da bize: Allahın ipiyle birbirinizden ayrılmayınız , diyor. Bu hakikat tecelli ettiği gün Yakın Şark, Orta Şark, Uzak Şark ve bütün Müslüman mem­leketleri islâm kardeşliği parolası altında iktisadî, ticarî, siyasî ve harsî bir ittihat ve vifak içinde zengin, müreffeh ve mesut olacaklardır. Gayet hatırı sayılır bir kuvvet olacaktır, ona kim se yan bakamıyacakt ır. Bütün kabarmış ihtiraslar, güneş kar­şısında kar gibi, bu kuvvet karsısında eriyecektir.

D ünya ticaretini, iktisadiyatını diktatörce elinde tutan ve dünya hazinelerinin rakipsiz sahibi olan İsrail oğlu, bu sayede insanlık üzerinde müthiş bir otorite kurmuştur. Her teşkilât onun elindedir. O, bu mevkie iktisadî yollardan gelmiş, onun Talmuta, Tevratı bunda müessir olmuştur. Bunları bildikten ve bu kadar acı tecrübelere sahip olduktan sonra Müslüman dün­yasının yekpareleştiğini bir tasavvur ediniz, o zaman yalnız bizim için değil, dünya için mes'ut bir tarih doğacaktır.

Bu tarihin do ğmaması, Müslüman milletlerin o yüksek mev­kie gelmemeleri için düşmanlarımız o derece müthiş gayret sarfediyorlar ki, akıllar durdurur... Her çeşit propaganda, sayı­sız para bu maksat için israf ediliyor. Müslüman düşmanları bu mevzuda o derece hassas, alıngan ve heyecanlıdır ki ufuklar­da bir gölge müşahede etseler kıyameti koparıyor, rüzgâr bir ağaç yaprağını kıpırdatsa ondan fırtınalar seziyorlar. Bu hassa­siyet karşısında biz Müslümanların soğukkanlılığı şayanı hayrettir. Evet; soğukkanlıyız fakat ölü değiliz. Bize cephe alan, her Müslüman memleketin harimine sokulup, orada beşinci kollarını kuran, her namuslu insana, her dindara, her mefku­re sahibine saldıran, görünmez yeraltı faaliyetleri zehirlerini kusa dursunlar, Müslüman milletler maziden ders alarak, yol­dan çıkmanın, ittihatsızlığın, tesanütsüzlüğün, dar milliyetçilik ve hodgâmlığın acı neticelerini idrâk ederek öyle bir uyanış uyanmışlardır ki... İslâm kongreleri, Asya ve Afrika milletleri­nin kongreleri, daimî seyahatler ve temaslar, fikir teatileri, neşriyat ve hatırı sayılır gayretler Müslüman milletlerin de bir uyanış arifesinde ve hattâ içinde olduğunu gösterir.

G üneş, bir miktar bulutlarla kaplı olsa da ufuklardan sıyrı­lıyor. O balçıkla sıvanmaz. Bununla beraber onu gölgelemek, ziyasını örtmek ve nurunu karartmak için vaktiyle hazırlan­mış, ceplerine altınlar doldurulmuş her memleketteki bozgun­cular gayretlerini arttırıyorlar. Ama o kadar nafile bir zahmet ti.. Bir miktar asap bozmaktan, bir miktar tiksinti vermekten ba şka netice alamıyacaklardır. Siyonizm ve komünizm, bütün kuvvetiyle seferber halde cephe cephe bizim manevî varlığı­mıza hücum etse dahi yüzlerce senenin verdiği acı tecrübeden sonra gözleri faltaşı gibi açılmış Müslüman milletlerden ala­cağı tek şey Hüsran ve mahcubiyettir.


Konular