Kitaplar | Konular | Müslümanca Yasama Sanati

Resûlullah (s.a.v.)'in ehl-i beytini tanimakta ve sevmekte ölçü

Peygamber (s.a.v.)'in Ehl-i Beyt'ine muhabbetin lüzum ve faydala-rini izaha baslamadan önce, bu serefe erismis bulunan bahtiyarlarin kimler oldugunu açiklamaya çalisalim. Bu hususta birbirinden farkli görüsler vardir. Söyle ki:

a) Ehl-i Beyt, Peygamber (s.a.v.)'in zevceleridir:

Bu görüsün sahipleri "... Ey ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister" (1) âyetinden önceki ve bir sonraki âyet-i kerimelerde Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerine hitap edil-mesini dikkate alarak, "Ehli Beyt'ten maksat, ancak zevcât-i tâhirât'tir" demislerdir. Ashabtan Abdullah bin Abbas (r.anhüma) ile, tabiînden Ikrime'nin görüsü budur (2).

b) Ehl-i Beyt'ten murad âl-i abâdir:

Âl-i Abâ; Peygamberimiz Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatima, Hz. Hasan ve Hz, Hüseyin'dir. Ashab-i kiramdan Ebû Said (r.a.) ile tabiînden Mücahid ve Katade gibi ilim erbabinin görüsleri, Ehl-i Beyt ile sadece Âl-i abâ'nin kast olundugudur.

c) Ehl-i Beyt'ten maksat Hâsim ogullaridir:
Ehl-i Beyt denilince bütün soy kast olunur. Bu görüsün sahiplerine göre, kendilerine sadaka almak haram olan Hz.Ali ve onun soyundan gelenler, kardesleri Akîl ve Cafer ile onlarin sulbünden gelenler, Hz. Abbas ve onun soyundan gelen kimselerdir. Ashabtan Zeyd bin Erkam ile Safiî âlimlerinden Ibni Hacer Heysemî'nin görüsleri bu istikamette-dir(3).

d) Ehl-i Beyt, diger görüsleri de içine alan daha genis bir topluluktur:
Âyet-i celilede zikredilen, tefsir ve tevile muhtaç bulunan "Ehl-i Beyt'e, asil olarak, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa, Hz. Ali, Hz. Fâtima ve ogullari Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin dahildirler. Fer'an zevcât-i tâhirât ile Peygamber (s.a.v.)'in diger kizlari ve onlardan mey-dana gelen torunlaridir. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebinin görüsü bu istikamettedir. Imam Süyûtî, Mukatil ve Makrizî'nin görüsleri de böyledir.

Önceki görüsleri birer birer ele alip, hakli olan yönlerini dile getir-dikten sonra, tavziha muhtaç noktalari açiklamak isteriz. (a) Paragra-finda zikredilen zâtlarin görüslerinin dogru oldugu asikârdir. Zira âyet-i kerimenin bir evvelinde ve bir sonrasinda gelen diger âyet-i celileler-den anlasilan mânâ da bunu teyid eder mahiyettedir. Meseleyi daha etraflica tetkik etmeye zemin hazirlamak için bahsi geçen üç âyeti itti-lainiza sunmak isteriz:

"Ey Peygamber kadinlari! Siz (diger) kadinlardan (herhangi) biri gibi degilsiniz. Eger (Allah'tan) korkuyorsaniz (size yabanci olan erkeklere) yumusak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tamâa düser(ler). Sözü maruf vech ile (ve agir basli) söyleyin. (Vakar ile) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyet (devri ka-dinlarinin kirila döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüsü gibi yürümeyin. Namazi dosdogru kilin. Zekâti verin. Allah ve Resûlü'ne itaat edin. Ehl-i Beyt! Allah sizden ancak kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister. Allah'in, evlerinizde okunup duran, âyetlerini ve hikmeti hatirlayin. Süphesiz ki Allah, her seyin iç yü-zünü bilendir, (Herseyden) hakkiyla haberdardir" (4).

Âyet-i kerimede Peygamber (s.a.v.)'in kadinlarina hitap olundugu için, Ehl-i beyt tâbirinden akla ilk gelen onlar olacaktir. Fakat mesele üç bû'dlu olarak ele alindiginda, usûl ilmi ve mantikî ölçüler müvace-hesinde tetkik ve tahlil edildiginde, sadece zevcât-i tâhirâtin kast olun-madigi açiga çikmaktadir. Eger maksûd yalnizca Peygamber (s.a.v.)'in kadinlari olsaydi müennes zamiri olan "künne" ile hitap vaki olacak; onlardan bahs olunurken de "hünne" zamiri istimâl edilmesi gerekecek idi. Zira müennes zamiri sadece kadinlar için kullanilir.

Halbuki âyet-i celilede Ehl-i Beyt tâbirinde "küm" zamirinin kullanil-digi görülmektedir. Bu takdirde, taglip tarikiyle hem erkege hem de kadina samil olmaktadir. Binaenaleyh, Peygamberimizin zevceleri ile be-raber çocuklarina, erkek ve kadin diger torunlarina ve akrabasina sâmildir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhümâ), Resûl-i Ekrem'in to-runlarindan oldugu gibi, Hz. Ali de Peygamber (s.a.v.)'in evinde yetis-mis ve Hz. Fatima (r.anha) ile evliligi dolayisiyla münasebet-i hâssayi haiz olmustur.
Hz. Aise'den rivayet olunan bir hadis-i serif bu iddiamizi teyid et-mektedir. Peygamber (s.a.v.) bir sabah üzerinde siyah kildan dokun-mus nakisli bir aba oldugu halde çikmisti. Bu sirada Hasan (r.a.) geldi. Onu (bu abanin) içine aldi. sonra Hüseyin (r.a.) geldi. Onu da aldi. Da-ha sonra Hz. Fatima geldi onu da aba içine aldi. En sonunda Ali geldi onu da (yanlarina) aldi. Sonra "Ey ehl-i Beyt! Allah sizden ancak ki-ri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister" (5) mealindeki âyeti tila-vet etti.

Ümmü Seleme (r.a.) naklediyor: Resulullah (s.a.v.) benim odama gelmis ve (bana hitaben): "Hiçbir kimseye benim (yanima girmesi) için izin verme" buyurmustu. Derken Fatima geldi. Onu babasin(in yanina almak)tan engellemeye gücüm yetmedi. Sonra Hasan geldi. Onu da dedesinin ve annesinin huzuruna girmesini engellemeye (vic-danim razi olmadi ve) gücüm yetmedi. Daha sonra Hüseyin geldi. Onu da dedesinin ve annesinin yanina almamaya gücüm yetmedi. En so-nunda Ali geldi onu da engellemeye muktedir olamadim. Bu suretle hepsi bir arada toplanmis oldular. Resulullah (s.a.v.), üzerinde bulu-nan çul(dan aba) ile onlari sardi ve "Bunlar benim ehl-i beytimdir. Onlardan (manevî) kiri gideriver ve kendilerini tertemiz kiliver" de-di. Onlar bu minval üzere bulunurken bu âyet indi. Ümmü Seleme (r.anha), "Ben, Ey Allah'in Resûlü! Ya ben? Allah'a andolsun ki ben bu nimetten faydalanamiyorum" dedim. Resûl-i Ekrem (s.a.v.): "Sen hayra müteveccihsin" buyurdu (6).


Ehl-i abâ'nin Ehl-i Beyt'ten olmasi, diger kizlarinin ve onlardan olan to-runlarinin da Ehl-i Beyt'ten olmasina mani degildir. bilakis mantikî silsi-le ve ilmî kaziyye bunu gerektirmektedir (7).

Evet, bu hadis-i serif Âl-i abâ'nin Ehl-i Beyt'ten oldugunu sarahat-le ortaya koymaktadir. Fakat onlardan baskasinin Ehl-i Beyt'ten olma-digina delâlet etmemektedir. Sia'nin bu husustaki iddiasi bâtildir (8).

Zikri geçen Âl-i abâ'ya gelince, hiç süphesiz onlar asil olarak bu silke dahil bulunmaktadir ve Ehl-i Beyt'in birinci kademesini teskil et-mektedir. "Âl-i abâ" tâbiri ile "Ehl-i Beyt" ünvani arasinda mantik ilmine göre "umum husus mutlak" kaidesi caridir. Yani ehl-i abâ'dan olan her fert "Ehl-i Beyt'tir. Ehl-i Beyt'ten bulunan her sahis "Ehl-i abâ"dan de-gildir. Bu tâbirlerin ayn zaviyelerden ele alinip tetkik ve tesbiti gerek-mektedir. Aralarinda farklilik vardir ve fakat ziddiyet yoktur. Ehl-i Beyti âl-i abâ ile sinirlamak, âyet-i kerimenin alt ve üstündeki âyet-i celileleri dikkate almamak ve ilmî bir hakikati görmezlikten gelmek olur (9).

Binaenaleyh Âl-i abâ, zevcât-i tâhirat, Resûl-i Ekrem'in diger kizla-ri ve onlardan olan torunlari, Hz. Ali (r.a.)'in soyundan gelen sâdât-i kirâm, kendilerine sadaka almak haram kilinan Hz. Abbas ile onun evlâdi, Hz. Ali'nin kardesi Akîl ile Cafer ve onlarin evladi "Ehl-i Beyt" ünvanini haiz bulunmaktadirlar. Efdaliyet yönündeki farklilik, tâli dere-cede kalan bir husustur. Onlarin Ehl-i Beyt'ten oldugu kesin delillere dayali bir gerçektir.

Ehl-i Beyt'e candan bir sevgi beslemeye gelince, Sûra Sûresi'nin "Ben bu (tebligime) karsi akrabalikta sevgiden baska hiçbir mükâfat istemiyorum..." meâlindeki 23. âyetinin muhtemil bulundu-gu üç mânâdan biri, Ehl-i Beyt'e meveddet ve candan sevgi istenil-mektedir (10). "el-Kurba"dan kasd olunan zümre, Ehl-i Beyt'tir. Bu laf-zi, Âl-i abâ ile tefsir edenler, bir hususu dikkatten uzak tutarak isabetsizlik yapmislardir. Söyle ki: Bu sûre Mekke'de nazil olmustur. Hz. Fâtima'nin Aliyyü'l-mürtezâ ile evliligi, hicretin ikinci senesinde ve Be-dir harbinden sonra olmustur. Bu tarihî gerçek ortada dururken "el-Kurbâ", "Âl-i abâ"dir demek, yanlista israr etmek olur (11).

Nakle ve akla uygun düsen mânâya gelince, "Ben, sizden dünyevî bir menfaat talep etmiyorum. Ancak Ehl-i Beytime sevgi göstermenizi arzu ediyorum. Tâ ki onlardan faydalanma ve irsad olunma yolu devamli (açik) olsun. Çünkü onlar, tevhid-i zâtî fitrati üzerine yaratilmis bulunmaktadirlar" (12).

Ehl-i Beyt'e sevgi beslememizi telkin eden hadis-i seriflerde söyle buyurulmaktadir: "Yildizlar, semâ halki için; Ehl-i Beyt'im de üm-metim için emân (ve güvence)dir" (13). "Ehl-i Beytimin meseli, sefine-i Nuh'un benzeridir. Kim ona (gemiye) bindi ise necat bul-du. Kim de muhalefet edip geri durdu ise bogul(up)helak ol)du"(14).

Imam Safiî su iki beyti ile hem ehl-i beyte muhabbetin lüzumunu hem de namazlarda onlara salât-ü selâm okumanin farz oldugu ictiha-dini ifade etmektedir:

Ya ehle beyti Resûlillâh! hubbükümû,
Farzun minallâhi fi'l-Kur'âni enzelehû,
Kefâküm min azîmi'l-kadri innekümû
Men lem yusalli aleyküm lâ salâte lehû (15).
Aktâb-i kiramdan Abdülkadir Geylanî (k.s.) da su iki beyti ile onlara olan saygi ve sevgisini dile getirmektedir: Lî hamsetün utfî bihâ, Harre'l-vebâi'l-hâtima. el-Mustafâ vel-Mürtezâ, Ve'b-nâhümâ ve'l-Fâtima, (16).

Onlarin ayaklarinin tozu, gözümüzün sürmesi mesabesindedir. Islâmî ölçülerin çerçevesi içinde Ehl-i Beyt'e candan sevgimiz ve hür-metimiz vardir. Inci, akik ve zeberced gibi huliyyat nev'inin mücevherât ile mukayesesinde görülen farklari gibi, Ehl-i Beyt'in diger müminler-den üstünlükleri bulunmaktadir. Bu, Allah'in onlara bir lütfudur. Allah, istedigini istedigine verir ve istedigi zaman almak kudretinin sahibidir.

Bu husustaki kirik dökük ifadelerimizi kisa bir nazimla noktalamak isterim:

Ey yüce Peygamberim,
Her hususta rehberim!
Sen elimden tutmazsan,
Yürüyemez düserim.

Düsman mühlik, yol muzlim;
Insan gafil ve mücrim,
Seytan kurmus tuzagi,
Destgirim ol, tut elim.

Âlemlere rahmetsin,
Sen menbe-i sefkatsin
Derâgûs et sen bizi,
Sen sefîu'l-ümmetsin.

Fâtima Betül kizin,
Sen günes, o yildizin;
Zevcelerin haremin,
Kiz kardesi baldizin.

Hasan ile Hüseyin,
Gözün nûru sibteyn'in,
Onlara sevgi duymak
Emridir bize dinin.

Pederleri Mürtezâ,
Nefs için etmez nizâ,
Islâm için ugrasti,
Takdire etti riza.

Islâm'i i'lâ eden,
Insani irsad eden,
Sehr-i ilmin kapisi,
Hem cehil imhâ eden.

Abbas Akîl ve Cafer;
Oldular halka rehber;
Fahr-i âlem silkine,
Hep dahildir bu erler.

Ehl-i Beyt ünvanlari,
Zirvede imanlari,
Emre âciz medihten,
Övüyor Hak onlari

________
(1)Sûre-i Ahzâb, 33.
(2) Tefsir-i Ibni Kesîr, c. 3, sh. 483.
(3) Savaik-i Muhrika, sh. 88; Tefsir-i Ibni Kesir, c. 3, sh. 486.
(4) Sûre-i Ahzab, 32-34.
(5) Müslim, c. 7, sh. 130.
(6) Teîsir-i Ibni Kesir, c. 3, sh. 484.
(7) Bakiniz: Hak Dini Kur'ân Dili, c. 5, sh. 3892.
(8) Tefsir-i Ebu's-Suud, c. 4, sh. 211.
(9) Bakiniz: Kur'ân-i Hakim ve Meâl-i Kerim, c. 2, sh. 714 (54) rakamli hâsiye.
(10) Hak Dini Kur'ân Dili, c. 5, sh. 4241.
(11) Tefsir-i Ibni Kesir, c. 4, sh. 112-113.
(12) Tefsir-i Nahcuvanî, c. 2, sh. 289.
(13) Feyzü'l-Kadir, c. 6, sh. 297.
(14) Feyzü'l-Kadir, c. 5, sh. 517.
(15) Mânâsi: "Ey Allah Resûlü'nün Ehl-i Beyti, sizi sevmek, ona indirilen Kur'ân'da (bizlere) farz kilinmistir. Sizin kadr-ü kiymetinizin büyüklügü bakimindan (su) size yeter: Zira size salat okumayan kimsenin namazi(nin) hükmü yoktur."
(16) Bu beyitler Abdülkadir Geylanî Hazretlerinindir. Mânâsi: "Benim için bes zât vardir. Ben, onlarla yakici atesi söndürürüm: (Muhammed) Mustafa, (Aliyyül) Murtazâ, iki ogullari (Hasan ve Hüseyin) ve Hz. Fâtima."


Konular