Kitaplar | Konular | ATEİZM VE ELEŞTİRİSİ

c. Nizam ve Gaye Delili (Teleolojik Kanıt)

Buraya kadar görmüş olduğumuz deliller anlaşılır olup daha ziyade aklî muhakemeyi gerektiren ispat şekilleri idi. Nizam ve gaye delili ise ağırlıklı olarak duyguya ve göze hitap etmektedir. Bu yönüyle daha fazla insanın dikkatini çekebilecek bir yapıdadır. Hatta ateistlerin üzerinde dahi etkili olabilecek ve onları kolaylıkla ikna edebilecek bir kanıttır. Zaten bu kanıtın iddialarını reddeden bir ateistin başka bir vesileyle inanma ihtimali çok zayıftır. Bu noktadan sonra hâlâ reddetmeye devam eden bir insanın önünde de yığınla ideolojik saplantılar, var sayımlar ve psikolojik ön yargılar var demektir.
Teleolojik kanıt da denilen bu ispat şekline göre âlemde bir düzen vardır. Tanrı'nın varlığına inansın veya inanmasın hemen hemen herkes bu düzenin farkındadır. Kâinattaki bu düzenin varlığında da kim olursa olsun şüphe duymamaktadır. Meselâ dünyamız başta olmak üzere bütün gök cisimleri, yıldızlar ve gezegenler bir düzen içerisinde hareket etmekte ve kendi yörüngelerinde dönmektedirler.

İnsan başta olmak üzere bütün canlılar âlemi de bir düzen içerisinde var olmakta ve yaşamlarını devam ettirmektedirler. Dünyamızdaki bütün doğal olaylar belli bir düzen ve intizam içerisinde oluşmakta, gelişmekte ve devam etmektedir. Yeryüzünde, denizlerde ve atmosferde bir düzenin varlığı müşahede edilmekte, canlı varlıkların da yine belirli yasalar çerçevesinde hiçbir aksama olmadan yüzdükleri, yürüdükleri ya da uçabildikleri görülmektedir. Düşünebilen herkesin rahatlıkla gördüğü bu düzen bizlere her şeyin arkasındaki bir düzenleyicinin varlığını haber vermektedir.

Dünyanın değişik kültürlerinde yetişen insanlar çeşitli şekillerde bu düzeni ve estetiği dile getirmekte, onunla ilgili felsefî, edebî veya dinî eserler yazmaktadır. İnsan benzer duygular içerisinde yaşadığı dünyayı algılamış ve içi aşk dolu kitaplar kaleme almıştır. Bir şairin şiiriyle, ressamın resmiyle ya da mimarın eseriyle duygulanan İnsan, Tanrı'nın sanatı karşısında da heyecanını gizlememiş ve daima hayranlığını ifade etmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi birçok ateist dahi karşılaşmış olduğu bu heyecanla inkârdan vazgeçmiş ve Tanrı'nın varlığına kanaat getirmiştir. Yine âlemdeki mecut intizam ve estetikten hareketle pek çok filozof da mutlak ateizmin mümkün olmadığı düşüncesine ulaşmıştır.

Teleolojik kanıtın önemle üzerinde durduğu konu evrendeki düzen, intizam, canlı ve cansız varlıklarda görülen gaye ve amaçlılıktır. Aralarında Kindî (v. 866) , Farabî (v. 950), İbn Sînâ (v. 1037), Gazzâlî (V. 1111) ve İbn Rüşd (1126- 1198) gibi müslüman düşünürlerle, R. Tennant (1866-1957) ve W. Paley (1743-1805) gibi Hıristiyan düşünürlerin bulunduğu pek çok kişi bu kanıtı iki şekilde ele almış ve Tanrı'nın varlığını ispatlamaya çalışmışlardır:

Filozoflar bu kanıt çerçevesinde birinci olarak evrendeki gaye ve nizamdan yola çıkmış ve Tanrı'nın varlığına ulaşmışlardır. Bazan da Tanrı'nın varlığından ve niteliklerinden hareket ederek evrendeki düzen, gaye ve güzelliği açıklama yoluna gitmişlerdir. Yani onlar her fırsatta ya âlemin nizamından ve intizamından bahsederek Tanrı'nın varlığına gitmiş ya da Tanrı'nın inâyetini, adaletini, cömertliğini ve güzelliğini anlatırken sözü evrenin yapısına getirmiş ve görüşlerini bu yolla açıklamaya çalışmışlardır.(49)

Meselâ Kindî âlemdeki varlıklarda bir düzen, âhenk, irtibat, güzellik ve amaç bulunduğunu dile getirmiştir.(50) Kindî'ye göre evrenin mükemmel yapısı, düzeni, parçalarının birbiriyle olan ahenkli irtibatı, her şeyin iyiyi koruyacak, kötüyü yok edecek tarzda düzenlenmesi, ilim sahibi bir düzenleyicinin varlığının en iyi işaretidir.

Fârâbî ve İbn Sina da eserlerinde evrenin düzenine ve güzelliğine işaret etmişlerdir. Fârâbî'ye göre Tanrı, âlemin düzenleyicisidir. Evren de bu ilâhî düzenin eseri olarak vardır. Bu nizamda da ilâhî adalet tecelli ettiği için orada adaletsizlik söz konusu değildir. Yine Gazzâlî'ye göre Tanrı evrende hiçbir şeyi boşu boşuna yaratmamıştır.İnsan vücudundaki azaların birbirine bağımlı ve uyumlu olması gibi evrendeki her şeyde bir uyum ve ahenk söz konusudur. Dolayısıyla önemli olan şey evrene ibretle bakmak ve bütün varlıklardaki hikmeti görmektir.(51)

İslâm düşünürleri arasında teleolojik kanıta en fazla önem veren İbn Rüşd olmuştur. İbn Rüşd ilk olarak "inâyet? kavramını öne çıkartmış, bütün varlıkların insan için uygun bir tarzda düzenlendiğini ve bu düzenin de irade sahibi bir varlığın eseri olduğunu belirtmiştir. Evrendeki uygunluğun da kendi başına ve tesadüfen olamayacağını iddia etmiştir. İkinci olarak "ihtira" kavramından söz etmiş, insanlar, hayvanlar, bitkiler, yıldızlar başta olmak üzere evrende var olan her şeyin yaratıldığını ve bütün bunların bir yaratıcıya ihtiyacı bulunduğunu ifade etmiştir.(52)

William Paley ve F. R. Tennant gibi Batı'daki Hıristiyan düşünürler de teleolojik kanıtı ele almış ve bu yolla Tanrı'nın varlığını ispatlamaya çalışmışlardır:

W. Paley'e göre yerde bulduğumuz bir saat, yine rastlantı sonucu yerde karşılaştığımız herhangi bir taş parçasının durumundan farklıdır. Çünkü saatin parçacıklardan oluştuğunu ve her bir parçacığın da dikkatle işlenip bir düzen içerisinde bir araya getirildiğini görürüz. Bu da bizlere evrenin durumunu göstermektedir. Evren de tıpkı bir saat gibi akıl ve irade sahibi bir varlık tarafından tertip edilmiş ve düzenlenmiştir.(53) Yine Paley'e göre insan gözü saat örneğini en güzel bir biçimde doğrulamaktadır. Görme organı olan gözün değişik parçaları karmaşık bir yapı içerisinde insanın görmesine olanak tanıyacak bir biçimde tertip edilmiştir. Gözün bu düzeni bizlere akıl ve irade sahibi bir varlığı haber vermektedir.(54)

Paley'in gerek saat örneği ve gerekse insan gözüyle ilgili verdiği örnek herkesin bildiği şeyler olmakla birlikte gerçekten çok önemli ve etkileyici şeylerdir. Gözün yanında insan vücudundaki beyin ve kalp olmak üzere diğer uzuvların işleyişi de ders ve ibret alınması gereken örnekler-dendir. Ne var ki İnsan elde ettiği nimet ve güzelliklerin değerini zamanla unutmakta ve kozmik güzelliklerin sıradan bir şey olduğunu düşünebilmektedir.

Başka hiçbir şeye gerek duymadan insan vücudu üzerinde düşünülmesi dahi bizleri Tanrı'nın varlığına götürebilecek bir kanıttır. Sadece fiziksel ya da biyolojik yapısıyla değil kalbi, ahlâkî ve vicdani yönüyle, estetiği ve uzuvların yerli yerinde oluşuyla da insan yaratıcının varlığına işarettir. Düşünebilen, konuşabilen, akledebilen, hayal gücü olan, sevebilen, hisseden ve duygulanabilen yapısıyla insan yaratıcının en büyük eseridir. .

F. R. Tennant da adaptasyon kavramını öne çıkartmış canlı ve cansız varlıklarda görülen âhenge dikkat çekmiştir:

O'na göre karşımızda, kaos halinde olan ve kendi başına başı boş bir evren bulunmamaktadır. Çünkü evren, veya kozmos şöyle ya da böyle anlaşılır bir durumdadır. Yani evrenin kendine göre belirli yasaları, işleyiş kuralları ve özellikleri vardır. Bunu anlamak o kadar da zor değildir.

Gaye ve nizam delili bu kadar güçlü olmasına rağmen bazı çevrelerden tepkiyle karşılaşmış ve eleştirilmiştir. Bu eleştirilerden bazıları doğrudan teleolojik kanıtın iddialarına yöneltildiği gibi bazıları da bilimsel çalışmaların kasıtlı olarak dinî inançlarla karşı karşıya getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bazı filozoflar âlemdeki düzen ve güzelliği kabul etmekle birlikte bunun arkasında Tanrı'nın değil de doğanın bulunduğunu belirtmiş, bazıları ise âlemde kötülüklerin de bulunduğunu ileri sürerek Tanrı'nın varlığını reddetmeye çalışmışlardır.

Teleolojik kanıta yapılan ve bilimsel olduğu iddia edilen itirazların başında C. R. Darwin'in (1809-1882) fikirleri bulunmaktadır. Darwin'in biyoloji ilmiyle ilgili çalışmaları bir kısım insanlar tarafından dinin yaratılış inancına karşı sanki bir alternatif görüşmüş gibi kabullenilmiş bu yolla teleolojik kanıtın sarsılacağı ve yıkılacağı varsayılmıştır. Ancak bu düşünce uzun sürmemiş, iddiaların aksine Darwin'in ateist olmadığı(55) ve eserlerinde de insanın evriminden bahsetmediği görülmüştür. Ancak Darwin'in ölümünden sonra bilimsel var sayım niteliğinde olan fikirleri bazı arkadaşlarınca geliştirilmiş ve ideolojik olarak dinin aleyhinde kullanılmıştır.

Darwin'e göre bugünkü canlı yapılar doğal bir süreç içerisinde basit bir organizmadan gelmişlerdir. Canlı hücreler de nesilden nesile genetik değişime uğramaktadırlar. O'na göre değişmenin arkasında da birtakım doğal gereksinimler yatmaktadır. Canlı varlık bu değişim sürecinde yaşam mücadelesi vermekte, çevresine uyum sağlamaya ve dolayısıyla ayakta kalmaya çalışmaktadır. Ne var ki bu süreç içerisinde güçlü canlıların yaşamlarını devam ettirebilme şansları, diğerlerine nazaran daha fazla olmaktadır. Buna karşılık çevreye adapte olamayan, uyum gösteremeyen zayıf canlılar ise yok olup gitmektedir.(56)

Darwin'in bu görüşü bazılarınca dinin yaratma anlayışını sarsıntıya uğratmıştır. Ancak Darwin'in canlıların oluşumuyla ilgili bilimsel çalışmalar yapması ve birtakım teoriler ileri sürmesiyle dinin yaratma, düzen ve intizam anlayışı zorunlu olarak birbiriyle çatışma durumunda değildir. Henüz canlı bir hücrenin kendi kendine oluştuğu iddiası doğrulanamadığı gibi doğada her zaman güçlü-zayıf mücadelesi de görülmemiştir.

İnsan fiziksel ve biyolojik yönü bulunan bir varlık olmanın yanında, ayrıca duygu, düşünce ve inanç yönlerine de sahip bir varlıktır. Dolayısıyla biyolojik açıklamalar yapmaya çalışan Darwin teorisi insanı ve diğer canlıları tamamen açıklamaktan yoksundur. İnsanı bütün yönleriyle açıklayamayan Darwin teorisi yaşamı da izah etmekten uzaktır. Bizler sadece birer biyolojik canlı varlık mıyız? Bütün bu varlıklar niçin vardır? Her şey bir tesadüf müdür? Niçin doğar, büyür, yaşlanır ve ölürüz?, Çocuklarımızı niçin eğitmeye ve yetiştirmeye çalışırız. Büyükleri niçin saymaya ve hoşnut tutmaya çabalarız. Niçin birbirimizin yardımına koşar, fedakârlık eder, özveride bulunuruz?. Niçin ekmeğimizi, dertlerimizi, sırlarımızı ve imkânlarımızı paylaşır, erdemli olmaya gayret gösteririz?. Bütün bu sorular Darwinizmin penceresinden bakıldığında cevapsız kalmaktadır.

Darwinizmde dinle problemli olan bir diğer önemli nokta da bu anlayışa göre nihaî anlamda amaçsız ve gayesiz bir hayat anlayışının kabul edilmiş olmasıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi dine göre insan amaçsız bir şekilde yaratılmış değildir. Sadece insanın değil topyekün bir şekilde âlemin yaratılmasının da amacı ve hikmeti bulunmaktadır. Şayet kâinatın içerisindeki varlıklar amaçsız ve gayesiz bir şekilde, tamamen biyolojik sâiklerle var olmuş olsalardı biz hiçbir zaman düzenden, estetikten ve sevgiden bahsedemeyecek, planlı ve programlı bir yaşam da göremeyecektik.

Darwinizmin yanı sıra nizam ve gaye deliline karşı geliştirilen bir diğer itiraz da kötülüklerin varlığından kaynaklanmıştır. Üzerinde durmamız gereken bu itiraza göre ?Evren pek çok olumsuz durumları içermektedir. Çevremizde dağınıklık ve kaos mevcut olup sayısız kötülükler yaşanmaktadır. Dolayısıyla kötülükler ile dinî görüşlerin arasında çelişkiler bulunmaktadır? Bu ve benzeri düşüncelerin gerçeği yansıtmadığı ve abartılı olduğu hemen göze çarpmaktadır. Evrendeki düzen ve intizamdan, canlılar dünyasındaki güzellik, estetik ve merhametten Tanrı'nın varlığına gidemeyen ve gidilmesini de eleştiren bazı insanların olumsuz manzaralar karşısında alelacele dini yalanlamaya çalışmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Kaldıki bu tutum onların zayıflıklarına ve tutarsızlıklarına işarettir.


Konular