Kitaplar | Konular | ATEİZM VE ELEŞTİRİSİ

1. Ateizmin İddiaları

Ateizmi iyi anlamak ve ona ikna edici cevaplar verebilmek için iddialarının neler olduğuna öncelikle bakmak gerekmektedir. Böylelikle ateistlerin Tanrı inancı hakkında neler düşündüğünü görmüş ve hangi noktadan hareketle dine karşı çıktıklarını anlamış olacağız. Doğrusu ateistlerin Tanrı inancı hakkında neler söyleyebileceklerini tahmin etmek zor olmayacaktır. Zaten ateizmin tanımı verilirken az çok bu iddialara değinilmişti. Ancak bu iddiaları daha detaylı bir şekilde ele alarak tahlil etmek ve tartışmak yararlı olacaktır.
Ateistler, dini içeriden ve dışarıdan olmak üzere genelde iki şekilde eleştirmeye çalışmışlardır. Dışarıdan yapılan eleştirilerde, birinci bölümde de görüldüğü gibi, pozitivizm esas alınmış ve dinî inancın doğası üzerinde durulmuştur. Bu çerçevede din sosyal, psikolojik ya da antropolojik bir fenomen olarak kabul edilmiş, şu veya bu gerekçelerle sonradan ortaya çıkmıştır biçiminde birtakım dar ve gülünç görüşlerle izah edilmeye çalışılmıştır.

İkinci olarak ise din, ateistlerce içeriden eleştirilmeye çalışılmıştır. Buna göre ateist dinî inancın mahiyetini göz önünde bulundurmuş, Tanrı kavramını ve bu kavramla ilgili dindar insanların ifadelerini kendine esas almış ve onlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunu yaparken birtakım çelişki ya da tutarsızlıklarla karşılaştığını iddia ederek Tanrı inancını çürüttüğünü sanmıştır. Ancak ateistin Tanrı kavramını anlamakta yetersiz kaldığı ve ön yargılarından bir türlü kurtulamadığı görülmektedir. Öyle ki karşı tarafı tutarsız olmakla itham eden ateistin kendisi çelişik ifadeler kullanmıştır.

Ateistler çoğunlukla dini anlamakta zorlanmışlardır. Dini olduğu gibi anlamayan ve dindar insanın ne hissettiğini bilmeyen ateistler bu durumda dinî inançları çarpıtmaya çalışmışlardır. Aksi takdirde ellerinde pek fazla malzeme bulunmayan ve orijinal bir iddiaları olmayan ateistlerin yapabilecekleri fazla bir şey de yoktur.

Bizleri Tanrı'nın varlığına götüren evrenin gerçekliğinden kimse şüphe etmez. İçerdiği bütün varlıklarla Tanrı'nın varlığı lehinde güçlü bir kanıt olan evreni (gerek teorik ve gerekse pratik açıdan) yaratıcısız olarak düşünmek te imkânsızdır. İnsanın aklına böyle bir şey gelse bile bunun gerçekleşebileceğini zannetmek ihtimal dışıdır. Nitekim ateistlerin birtakım anlamsız ve belirsiz terimlerle açıklama getirmeye çalıştıkları ve tıkandıkları görülmektedir.

Teorik açıdan güçlü olamayan ateistin bütün kozu şu veya bu şekilde inanan insanın yaşam biçimini, dünya görüşünü, varlık âlemiyle ilgili düşüncelerini ve kanaatlerini eleştirmekten ibaret kalacaktır. Yani aktif olan, elinde tezi, iddiası ve kanıtı bulunan teisttir. Elinde iddiası, kanıtı ve orijinal düşüncesi bulunmayan ise ateistin kendisidir. O'nun yapabileceği tek şey sonuç itibariyle ya reddetmek ya da susmak olacaktır. Nitekim gerçek ateist, ateist olduğunu dahi açıklama gereğini duymayan bununla birlikte iç dünyasında problemin sıkıntısını hisseden kişidir. Ne yazık ki günümüz ateistlerinin büyük bir kısmı günlük ideolojilerin yapay ilkeleriyle dinden kopan kişiler olmuştur.

İnanmadığı halde Tanrı'nın varlığının çürütülmesinin imkânsız olduğunu anlayan ve bunu itiraf eden Bertrand Russell gibi düşünürler bulunsa da çoğu ateist aynı olgunluğu gösterememiş, her şeye rağmen ideolojik saplantılar uğruna fikirlerinden ve ön yargılarından vazgeçmemişlerdir.

İslâm'a göre Tanrı'nın varlığının yanı sıra içerisinde Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ ve Hz. Muhammed'in bulunduğu bütün peygamberlere ve âhiret hayatına iman etmek temel inanç esaslarıdır. İslâmiyet'te dili, dini, ırkı, mezhebi ve toplumdaki sosyal statüsü ne olursa olsun herhangi bir insanın tam olarak mü'min sayılabilmesi için her üç konuda da tereddütsüz bir şekilde inanç sahibi olması yeterlidir. İnanan insanları ateistlerden ayıran temel nitelik de onların bu esasları benimsemeleridir.

Ateistlerin temel özellikleri ise söz konusu inanç esaslarını reddetmiş olmalarıdır. Tahmin edilebileceği gibi günümüzde dini reddeden bir kişi bu ilkeler etrafında eleştirilerini sıralamakta ve itirazlarını dile getirmektedir. Buradan hareketle ateistlerin iddialarını genel olarak üç grupta ele almak mümkündür:

1. Tanrı'nın varlığıyla ilgili olarak ileri sürülen itirazlar.

2. Peygamberlerle ilgili olarak dile getirilen tenkitler.

3. Âhiret hayatıyla ilgili itirazlar.

Bir ateist Tanrı'yı reddettiği zaman doğal olarak peygamberleri ve âhiret hayatını da inkâr etmiş olmaktadır. Dolayısıyla birine inanarak diğerlerine inanmazlık etmesi ihtimal dahilinde değildir. Ancak bazı insanların Tanrı'ya inandığı halde peygamberlere veya âhiret hayatına ilgi duymadığı ya da inanmadığı görülmektedir. Yine aynı şekilde bazı filozofların da Tanrı'nın varlığını reddettiği halde sonsuzluğa ya da ruhun ölümsüzlüğüne inanmış olduğu bilinmektedir.

Ancak bütün bunlara rağmen bir insana mümin denebilmesi için Tanrı inancı esas olmak üzere her üç konuya da inanması gerekmektedir. Aynı şekilde bir insanın ateist olmasının ölçüsü de kısaca Tanrı inancı başta olmak üzere her üç inancı açıkça reddetmesidir.

Bir insanın Tanrı'nın varlığına inanmasına rağmen peygamber ve âhiret inancından habersiz olarak yaşamış olması onun ateist olduğu anlamına gelmez. Böyle bir insan mümindir. Ancak bu duruma rağmen Tanrı'ya inanan bir insanın da (şayet daha sonra bilgilenmiş ise) bu inancının gereği olarak peygamberlerin varlığına inanması ve onların mesajlarını kabul etmesi gerekecektir.

Daha önce de ifade edildiği gibi ateistlerin temel itirazları Tanrı'nın varlığıyla ilgili olmuştur. Filozof olsun veya olmasın pek çok ateist bu konu da birtakım iddialarda bulunmuştur. Öncelikle Tanrı'nın var olmadığını ileri sürmüş, varlığıyla ilgili getirilen kanıtları da reddetmişlerdir. Bunu yaparken de daha önce görüldüğü gibi çeşitli gerekçelere dayanarak itirazlar ortaya koymuşlardır.

Bu teorilerin bir kısmı felsefî olduğu gibi, psikolojik, sosyolojik ve antropolojik olanları da vardır. İleride ayrıntılı olarak ele alacağımız bu teorilerle ateistler Tanrı inancını çürütmeye çalışmışlardır. Ancak bunda başarılı olamadıkları gibi kendi içlerinde de tutarsızdırlar. Ne var ki bu teorilerin bazı çevrelerce birer ideolojik dogma halinde savunulması onlara günümüze kadar yaşama imkânı tanımıştır. Öyle ki dindar insanlar dinle ilgili bir konuda tartışma ve konuşmaya açık iken, ateizmini ideoloji olarak savunanlar fikirlerinin tartışılmasını ve sorgulanmasını kesinlikle kabul etmemiş-lerdir. Bu tavırlarını da temelsiz ve asılsız ithamlarla örtmeye çalışmış, kaçamak cevaplarla konuyu geçiştirme yoluna gitmişlerdir.

Ateistlerin Tanrı'nın varlığıyla ilgili olarak yüzyılımızda dile getirmiş oldukları en temel iddialardan biri, Tanrı inancının bilimsel olmadığıyla ilgili fikirleridir. Bilimsel çalışmaların Tanrı inancını bertaraf ettiğini düşünen bazı ateistler inanan insanları bilim dışı olmakla suçlamışlardır. Bu kişiler Tanrı'nın varlığının bilimsel olarak ispatlanamayaca-ğını, duyumlarla algılanmasının ve tecrübe edilmesinin de mümkün olmadığını dile getirmişlerdir.

Ateistler Tanrı'yı reddetmenin yanında doğal olarak evrenin ve canlılar dünyasının oluşumuyla ilgili açıklamalar da getirmek durumunda kalmışlardır. Dolayısıyla evrenin kendi başına var olduğunu, yani yaratılmadığını, kendi iç yasaları çerçevesinde bugünlere geldiğini, dışarıdan bir müdaheleyle de (Tanrı'nın iradesiyle) şekillenmediğini iddia etmişlerdir.

Tanrı'nın varlığını kabul etmeyen ateistler doğal olarak peygamberlere ve onların Tanrı'dan vahiy aldıklarına da inanmamışlardır. Onlara göre Tanrı'nın bir insanı görevlendirmesi ya da o kişinin Tanrı'dan mesaj alması mümkün değildir. Bu süreçte anlatılan olayların onlara göre gerçek olması da mümkün değildir.

Peygamberliği ve vahyi reddetme günümüzde olduğu gibi bizzat peygamberlerin kendi dönemlerinde de görülmüştür. Peygamberler özellikle putperestliğe ve paganizme karşı savaş açtıkları ilk günlerde şiddetli itirazlarla karşılaşmışlar ve geleneği yıkmakla suçlanmışlardır. Bu itirazların temelinde de peygamberlere karşı inançsızlık olduğu gibi eski alışkanlıkların terkedilmesine ve yeni şeylerin kabulüne karşı bir isyan duygusu yatmaktadır.

Ateistler için bir kişinin elçilik (peygamberlik) iddiasında bulunması, Tanrı'dan melek vasıtasıyla mesaj getirmesi ve ölümden sonraki yaşamdan bahsetmesi kabul edilemez bir durumdur. Onların toplumsal hayatta iyilikleri anlatarak ahlâksızlığa karşı direnmeleri, adaleti sağlamak için uğraşmaları, haksızlığa karşı gelmeleri, insanların eşit olduğunu söylemeleri ve dürüst bir yaşam sergilemeleri de aynı derecede tepkiyle karşılaşmış ve reddedilmiştir.

Peygamberlere inananların sayısı çoğunlukta olmasına rağmen bazı insanlar ısrarla mücadele etmiş ve onlara kötülük yapmaya çalışmışlardır. Bu kişiler Peygamber'in getirdiği mesajları çeşitli gerekçelerle reddetmiş ve onları dinlemekten kaçınmışlardır. Peygamberlere olan karşı çıkmanın altında dinle ilgili bazı teorik itirazların yanında, psikolojik, sosyolojik, hatta ekonomik etmenler de bulunmaktadır. Yine bu karşı çıkmada kişisel ve kültürel özelliklerin dahi ön plana çıktığı görülmüştür.

Hz. Peygamber'e inanan ve İslâm'a ilk giren kişilerin arasında ayrımcılığa uğrayarak ezilen ve haksız muamele gören zayıfların, kölelerin, kadınların ve yoksul insanların çoğunlukta olması ilginçtir. Buna karşın peygambere ilk karşı çıkanların ise zenginlerin, kabile reislerinin, putlardan, hurafelerden ve büyücülükten kazanç elde edenlerin bulunması da dikkat çekicidir.

Ateistler âhiret yaşamına da inanmamışlardır. Öldükten sonra tekrar dirilmeye, dünyada yapılan işlerin hesabının verilmesine ve orada bir yaşamın olduğuna da karşı çıkmışlardır. Âhiret hayatıyla ilgili olarak Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan haberleri de reddetmiş, müminlerin bu durumlara yönelik inançlarını, beklentilerini ve hareketlerini de kabul etmemişlerdir.

Kur'ân'da anlatıldığına göre Hz. Peygambere ve âhirete inanmayan bir kişi günümüzün ateistlerini aratmayacak bir ustalıkla eline ölmüş insanların kemiklerini alıp onları ufalamış un haline getirdikten sonra bu kemiklerin tekrar nasıl dirileceğini sormuştur. Bunun üzerine Kur'ân da o kişiyi bu dünyâ'da nasıl var olduğunu unutmakla suçlamıştır. İkincisine oranla birincinin daha zor olduğunu ifade etmiş ve o kişiyi de düşüncesizlikle itham etmiştir (Yâsîn 77-79).

Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi yaşamın sadece bu dünyada olduğunu zanneden ve ileride yaptıkları kötü işlerin hesabını vermek istemeyen insanlar ahirete de inanmamış ve bedenlerin ölmesiyle birlikte her şeyin biteceğine kanaat getirmişlerdir. Bunun böyle olmadığını gerek Kur'ân ve gerekse Hz. Peygamber çeşitli defalar dile getirmiş ve insanları uyarmıştır.

Buraya kadar ana hatlarıyla vermeye çalıştığımız iddialarla ilgili olarak ateistler çeşitli gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Ancak bu gerekçeler ileride göreceğimiz gibi tatmin edici olmaktan uzaktır. Meselâ Tanrı'nın var olmadığını ileri sürerken iddiaları lehinde güçlü kanıtlar getirmekten yoksundurlar. Henüz ispatlanmayan bilimsel var sayımların dışında yaptıkları tek şey daha önce de ifade edildiği gibi Tanrı'nın varlığına inanan insanların tezlerinin yanlış olduğunu söylemeye, onları çürütmeye ya da eleştirmeye çalışmaktan ibaret olmuştur. Bunu yaparken de bilimsellik, rasyonellik, mantıksallık ve ahlâkî özgürlük gibi birtakım ilmî ve felsefî kavramları kullanmış ve kendi lehlerine bir durum ortaya koymaya çalışmışlardır. Ancak bu süreçte ateistlerin ne kadar sübjektif ve ne kadar yanıltıcı oldukları da gözden kaçmamaktadır.


Konular