Kitaplar | Konular | Suzi libermanın Hatıra Defteri

Muhterem Okuyucu..

Muhterem okuyucu! Filistin cephesinde tatbik şartlarının en tahammül edilmez şartlan altında düşmanla savaşmış olun "Mehmetçik"! erin cümle­si istisnasız Anadolu evlâtlarıydı. Benim Gazze'de birlikte harbe girdiğim alayın bir bölüğü... Her an yüzlerinde Türklüğün, mertliğin bütün işaretle­ri göy.e çarpıyordu.. Masumiyetleri, erkekleri, necâbetleri, tevâzuları, cesa­retleri daima yüzlerinden akıyordu... Erlerin her biri, teker teker ırkımın üstün vasıflarına taşıyordu. Müslüman imanı ve Allah aşkı ruhlarını kap­lamıştı. Ekserisi, Andolu'nun soğuk yaylalarından, Türk'ün şan ve şerefini korumak için, herbiri bu ateş ve güneş diyarına gelmiş, türlü yoksulluklar, mahrumiyetler ve bilhassa susuzluk içinde Sina Çölünü, Tih Sahrasını aşmış olan bu arslanlann her birinin yüzünde tevekkülün ve Türklüğün, Müslümanlığın asalet nuru akıyordu... Koca "Mehmetçik'ler Fâtih'lerin evlâtları, Oğuz Han'ların, Alp Arslan'ların torunları! Hiç birinin gönlün­den ve kafasından: "Bizim bu çöllerde işimiz nedir" istifhamı geçmiyordu... Onlar, sadece Müslümanlığın ve Türklüğün şerefini, vatanlarının şanını düşünüyorlarda... Bu yiğitler, analarını, yavuklularını, yuvalarını terk ede­rek nereye gidiyorlardı? Çöllerde, Süveyş Kanalında işleri ne idi? İçlerinde bu cihetleri düşünen yoktu... Devlet harbe girmişti. Onlarda namus borcu­nu, vatan borcunu seve seve ifa ediyorlardı.

Şu var ki, asil kanlarıyla müdafaa ettikleri bu koca vatanda arkalarında bîr hıyanet şebekesinin varlığından ve aleyhlerine kurulmuş olan kahbe tuzaklardan o kadar habersiz idiler ki, Onun asil kafası bu derece büyük bir namussuzluğu, vicdansızlığı nasıl kavraya bilirdi?.. Namertliğin, riyakârlığın, vicdansızlığın, alçaklığın ve hıyanetin ne demek olduğunu bu asil insanlar elbette bilemezlerdi ve bilemiyorlardı da... Başları göklerde, öyle mağrur, o derece mütevekkil ve o nîsbette sakin idiler ki... Yahudi kı­zının dediği gibi; bu insan kıyafetindeki arslan'lar, kendi kanlarıyla müda­faa ettiği bu güzel ve sıcak vatan parçasında her biri bir villâ'da, her biri bir köşk'te prensler gibi yaşayan bu çıfıt'lar buraya nereden gelmişler ve bunları buraya kimler getirmişti?..

Türk birlikleri; Türk erleri, bölük, bölük, alay alay, tümen tumen sanki bir kasırga ve sel gibi; kanal'a doğru akıyordu... Vaktiyle büyük Hakan Ya­vuz Sultan Selim'de bu çölleri aşmış ve bu ülkeleri fethetmişti... Fakat; onun arkasında, ordularının gerisinde bizleri arkadan hançerliyen kahbe "casuslar ordusu" hiç yoktu... Bu durum karşısında insan gayri ihtiyari şu mısraları mirıldanmak lüzumunu duyuyor:

"Dört tarafı, amansız düşmanlarla sarılan;
Zavallı, Tülk, yılarca, nice hıyanete katlandı;
Merhametsiz ellerle, arkasından kazılan;
Çukurları görmedi, tatlı dile inandı..
O dillerin ucundan çok zehirler fışkırdı;
Beslediği yılanlar, hep kendisini ısırdı...."

Asırlar boyu savaş meydanlarında kolaylıkla elde edilmiş olan zaferler, neden bugün münhezimiyetle neticeleniyordu? Müteessif hâdise, her yön­den cephe gerisini korumakla görevli olan "İstihbarat teşkilâlımız"ın İs­tanbul'daki "Mason Ekâbir"in zaman zaman tesiri altında kalmasıdır. Bu yüzden cephelerde şehidler verilmiş ve elde edilmesi kafi olan zafer ihtimâlleri acı mağlûbiyetlerle neticelenmiştir.

Haziran 1967 Arap - İsrail harbinden çok acı bir sahne. Yahudi gençleri Kudüste "Kudurmuş Köpekler" gibi. Coşmuşlar. Sevinçleri sonsuz 900 mil­yon Müslümanın üzüntüsü ise pek büyük.

* * *


Konular