Kitaplar | Konular | Muhtasar Islam Tarihi

   34- Sultan İkinci Abdülhamid; Hükümdarlığı: M.1876-1909

V.Murad Han'ın kısa süren saltanatından sonra Sultan Abdulmecid'in oğlu II.Abdülhamid Han tahta geçti. İlk beş aylık zaman zarfında, onun devleti lâyıkı vechiyle idâre etmesine sadrazam Midhat Paşa ve arkadaşları fırsat vermeyip, idâreyi kendi ellerinde tuttular. Ancak bu sırada patlak veren doksanüç harbinde alınan ağır mağlubiyetin müsebbibleri oldukları için Mithat Paşa ve avânesi azledildi. Meclisi Meb'usan kapatılıp idâreyi bizzat Sultan II.Abdülhamid Han eline aldı.

Meclisi Mebusân'ın kapatılmasından sonra idâreyi bizzat eline alan II.Abdülhamid Han, sanki bir yıkıntının altında kalmış gibiydi. Osmanlı Devleti, dışarda ve içerde büyük mes'elelerle karşı karşıyaydı. Ancak aklı, ilmi, zekâsı fevkalâde yüksek bir dâhî olan yeni Osmanlı pâdişahı Abdülhamid Han Hazretleri içte ve dışta aktif bir siyâset tâkibederek, bu mes'elelerin üstesinden gelmeği başardı. İdâresi altındaki yüce Devlet, Berlin Antlaşmasından İkinci Meşrutiyete kadar otuz küsür sene içinde bir karış toprak kaybına dahî uğramadı.

Bu zaman içinde Sultan Abdülhamid Han'ın karşı karşıya bulunduğu mes'eleler ve bunlara karşı aldığı tedbirler ise şu şekildedir:

1853 Kırım Harbi sırasında yabancı devletlerden alınan büyük borçlar, Reşid, Fuad ve Ali Paşaların sınırsız harcamaları, Sultan Abdülaziz zamanında ordu ve donanmanın geliştirilmesini sağlamak üzere alınan borçlar ve Rusya'ya ödenecek savaş tazminatı devletin belini bükmüştü. Pâdişah ilk iş olarak bu meseleye çâre bulmaya çalıştı. 1881'de yayınladığı bir kararname ile devletin birçok tekel gelirlerini tek idâre altında topladı ve buradan dış borçların muntazam taksitlerle ödenmesine karar verildi.

Berlin Antlaşmasıyla Teselya'ya sâhip olan Yunanistan, Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerini hızlandırdı. Girit ve Yanya'da çete savaşlarını körükledi. Balkanlarda Yunan ordu birlikleri sınır ihlallerine başladı. Bu olaylar üzerine Abdülhamid Han, Yunanistan'a askeri müdahâlede bulunulmasına karar verdi. Pâdişah, Batılı devletlerin ve Rusya'nın Yunanistan lehine harekete geçmelerini istemediğinden müdahâlenin bir yıldırım harbi şeklinde olmasını ve neticenin süratle alınmasını istedi. Bu emirle harekete geçen Müşir Ethem Paşa kumandasındaki Türk birlikleri, 24 saatte Termopil geçidini aşıp Atina'ya girdi. Bütün Avrupa kumandanları bu olayla şaşkına döndü. Çünkü Alman kurmayları, Osmanlı ordusu Termopil'i altı ayda geçemez diye rapor vermişlerdi. Rusya, İngiltere ve Fransa'nın mürâcaatı üzerine savaş o noktada durduruldu. Bu devletler, Türkiye Yunanistan'dan çıkmadığı takdirde savaş îlân edeceklerini bildirdiler. Yunanistan Türkiye'ye büyük bir savaş tazminatı ödeyerek kurtuldu. Ancak bu üç devlet Osmanlıyı gâlip geldiği bir harpte mağlup duruma düşürmek için Girit'e muhtariyet verilmesini kararlaştırdılar. Girit Osmanlı Devletine bağlı kalmakla birlikte kendi kendini idâre eder bir vâlilik olacaktı. Burası ancak, Abdülhamid Han tahttan indirildikten sonra Yunanistan'a ilhak edilebildi. İkinci Abdülhamid Han, Yunan savaşı hariç, bütün dış mes'elelerini dâimâ diplomatik yollarla halletmeye çalıştı.

İngilizlerin Arap milliyetçiliğini yaymak ve hâlifeliğin Arapların hakkı olduğunu iddiâ ederek Mısır hidivini hâlife yapmak konusundaki gayretlerine Abdülhamid Han, İttihad-ı İslam (Panislâmizm) politikasıyla karşı koydu. O târihlerde İngiltere, Rusya ve Fransa'nın idâreleri altında büyük Müslüman kitleleri bulunuyordu. İngiltere'nin Türk idâresindeki Arap ülkelerine de göz dikmesi üzerine pâdişah, bu devletlerin müslüman halklarını kendi nüfuzu altına almayı, bütün dünyâ Müslümanları ile İstanbul arasında kuvvetli bağlar kurmayı uygun gördü. Bunun için dünyânın her tarafında İslam topluluklarının lideri durumunda bulunan büyük din adamlarıyla temasa geçti. Bunlara özel mektuplar gönderdi. Rütbe ve nişanlar verdi. Böylece bu dîni liderlerin hepsi kendilerini İslam hâlifesinin mahalli memurları, temsilcileri olarak görmeye başladılar. Müslümanları Avrupalı ve Rus emperyalistelere karşı uyarmak üzere Amerika'dan Çin'e kadar temsilciler gönderdi. Neticede öyle bir durum meydana geldi ki, Afrika'nın en uzak köşesinde bir Müslüman cemaatı bile hiç Türkçe bilmedikleri halde câmilerden çıkınca ellerindeki Türk bayrakları ile dolaşıyorlar ve "Pâdişahım çok yaşa" diye bağırıyorlardı. Ayrıca İstanbul'da basılan binlerce kitap ve broşür Rus idâresi altındaki Türk ülkelerine gönderiliyor böylece her tarafta Türkler ortak bir kültür kaynağından besleniyorlardı.

Sultan Abdülhamid Han'ın bu siyâseti sâyesinde İstanbul İslam dünyâsının kalbi hâline geldi. Rusya, İngiltere ve Fransa onun, kendi Müslüman tebeaları arasındaki bu nüfuzundan çekinerek daha dikkatli hareket etmeye başladılar.

Birçok gelirini düyûnu umûmîyyeye bırakan devlet, memur ve asker maaşlarını zamanında ödeyememe, iki veya üç ayda bir ödeme yapmak durumuyla karşı karşıya kaldı. Ancak aynı devirde hayâtın fevkalade ucuz ve Osmanlı parasının kıymetli olması yüzünden sıkıntı çeken hiç kimseye rastlanmadı. Bir aylık maaş, üç ay boyunca rahatlıkla yetiyordu.

Yahûdîler, Arz-ı mev'ud (vadedilen topraklar) üzerinde devlet kurma çalışmalarını hızlandırdılar. İngilizlerin de desteğiyle, bu gayenin tahakkuku için siyonist teşkilâtlar kurup zengin gelir kaynakları temin ettiler. Siyonist hareketlerin başına geçen Theodor Herzl, Filistin'de bir Yahûdî devletinin kurulması için çalışıyordu. Yahûdîler 1870 senesinden îtibaren Filistin toprakları üzerinde zirai yerleşme merkezleri teşkil etmeğe başladılar. Daha çabuk ve kesin bir yerleşme yapabilmek için Herzl, Sultan Abdül-hamid'le görüştü. O'ndan toprak talebinde bulunarak, Filistin'de bir aristokratik cumhuriyet kurmak için izin istediler. Buna karşılık da Osmanlı bütçesinin üç misli para teklif ettiler ve Devletin bütün borçlarını ödeyeceklerini bildirdiler.

Bu isteğe karşı Abdülhamid Han târihimize altın harflerle geçen şu cevabı verdi: "Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime âittir. Milletim, bu devleti kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanıyla mahsuldar kılmıştır. Ecdâdımın kanıyle alınan yer parayla satılamaz."

Abdülhamid Han ayrıca Yahûdîlerin el altından ve gizli faaliyetlerine karşı da harekete geçti. Filistin'in tamamını arâzi-i şahâne îlân ederek satılmasını yasakladı. Bizzat şahsına bağlı bir orduyu Filistin'de vazîfelendirdi. Kafkas ve Balkanlardaki bir kısım Müslümanları Filistin'e yerleştirdi. Pâdişahın bu faaliyetleri üzerine Yahûdîler, bütün güçlerini Abdülhamid Han'ı tahttan indirme yoluna çevirdiler ve mason yaptıkları yerli hâinlerle işbirliğine giderek bu niyetlerini gerçekleştirdiler.

Berlin Antlaşmasının 61. maddesi, Anadolu'da Ermenilerin yaşadığı vilâyetlerde islahat yapılmasını öngörüyordu. Abdülhamid Han, bu maddenin Ermeni muhtariyetini doğuracağını ve memleketin bütünlüğünü parçalayacağını gördüğü için tatbikattan kaldırdı. Bu maddeyi tatbik taraftarı olan sadrazam ve devlet adamlarını azletti. Bunun üzerine çeşitli Avrupa şehirlerinde ve Amerika'da yetiştirilmiş ermeni ihtilâlcileri, Türkiye'de ihtilâl hazırlıklarına giriştiler. Devletine bağlı ermenileri terörle sindirmeğe ve kendilerine katılmağa zorladılar. Böylece, ihtilâlci ermeniler tarafından doğuda pekçok ermeni vatandaş katledildi. Avrupa'da da, bu katliâmların Türkler tarafından yapıldığı intibaını vermek için kesif bir propaganda başlattılar. Ermeni ihtilâlcileri tarafından Abdülhamid Han, "Kızıl Sultan" îlân edildi. Bunların niyeti Türkiye'de bir ihtilâl hareketi başlattıktan sonra Avrupa devletlerinin müdahâlesini sağlamaktı. Ancak giriştikleri pekçok teşebbüs Abdülhamid Han tarafından Avrupalıları ayağa kaldırmadan bastırılıp söndürüldü. Ayrıca Doğu Anadolu'da Hamidiye alaylarını kuran pâdişah, bölge aşîretlerini kendisine bağladı. Bu olaylarla bölgede asâyişi teminle Osmanlı hâkimiyetini pekiştirdi.

Bu defa Ermeniler de, pâdişahı ortadan kaldırmadıkça Ermenistan'ı kuramayacakları kararına vardılar düşündüler. Avrupa'daki meşhur bir anarşisti para ile tutup İstanbul'a getirdiler. Cuma namazı için gittiği Yıldız Câmii'nde II.Abdülhamid Han'ın arabasına bomba konuldu. Ancak câmiden çıktıktan sonra pâdişahın bir dakikalık gecikmesi hayâtının kurtulmasına vesîle oldu.

31 senelik bunca hâdiseler neticesinde, dış düşmanlar, emellerine ulaşabilmek ve Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını sağlamak için Sultan Abdülhamid Han'ın ortadan kaldırılması veya tahttan indirilmesi gerektiğinde birleştiler. Ancak bütün teşebbüs ve gayretlerine rağmen bunu başaramadılar. Binlerce yıllık bir târih gösteriyordu ki, Osmanlı Türkü'nü dışardan yıkmak mümkün değildi. Öyleyse yine târihi entrikalar dönmeli ve Osmanlı Türklüğü içerden parçalanmalıydı. Tezgahlar bu gâye ile çalışmağa başladı. Zâten 1890 senesinde kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin hedefi de, Sultan Abdülhamid Han'ı tahttan indirmek ve Meşrutiyeti îlân etmekti.

İttihatçılar, büyük paralarla Osmanlı devlet adamlarını satın almağa ve kısa sürede pekçok taraftar bulmağa başladılar. Bu cemiyet, 1897'de pâdişahı tahttan indirmek için tertip içine girince, basılarak üyeleri yakalandı. Bunlar idama mahkum edildilerse de cezâları Pâdişah tarafından müebbet hapse çevrilerek yurdun çeşitli yerlerine sürüldüler. Fakat bunlar Paris'e kaçarak yıkıcı faaliyetlerine orada devam ettiler. Ermeni, Yahûdî, Balkan komitecileri, yâni pâdişahın aleyhine olan herkesle işbirliğine başladılar. Müslüman kanı dökmekten zevk alan Bulgar, Sırp, Yunan çeteleri, Abdülhamid Han'ı tahttan indirmek için İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne kucak açtılar.

O zamanlar pâdişaha karşı olmak, adetâ aydın olmanın bir gereği gibi görülmeğe başlandı. Maalesef bir kısım sarıklı medrese hocalarından tutun setre pantolonlu Fransız taklitçilerine kadar pek çok kimse ona muhâlifti. Nihâyet bu kesif propaganda ordudaki genç subaylar arasında da yayılmağa başladı. Bâzı subaylar, çeteciliği bir siyâsi hareket kolu olarak benimseyip Osmanlı Devleti'ne karşı komiteciliğe, yâni dağa çıkıp isyana başladılar. Aralarında Enver, Niyazi gibi mâceracı kimselerin de bulunduğu bu subaylar grubu, kendilerine kuvvet sağlayabilmek için Bulgar komitecileriyle ortak hareket ediyorlardı. Selânik'te bulunan Osmanlı III.Ordusu bir âsi ordu hâline gelmişti.

Neticede Sultan Abdülhamid Han, II.Meşrutiyeti îlân etmek zorunda kaldı (1908). Abdülhamid Han'ın tahta çıktığı zamanda olduğu gibi bu devrede de, iktidar yetkileri tamamen elinden çıkmıştı.

Silah zoru ile iktidara gelen İttihatçılar, yeni meclisin kurulmasında da çetecilik metodlarını kullandılar. Meclisi kendi adamlarıyle doldururlarken muhâliflerini de kiralık kâtillerle ortadan kaldırdılar. Ancak, bunların iktidarı sağlamlaşırken devlet çatırdamağa başladı.

Memleketin bir baştan bir başa tam bir kargaşa içine düştüğü sırada 31 Mart Vak'ası meydana geldi. İttihatçıların daha önce Selânik'ten İstanbul'a getirip yerleştirdikleri Avcı taburlarına mensup bir kısım asker ve halk ayaklanarak İttihatçılara karşı harekete geçti. Pâdişah, yetkilerinin çoğunu meclise devrettiği için insiyatifini kaybetmişti. Meclis iş göremiyordu. On gün kadar devam eden bu kargaşada İttihatçılar, Rumeli'nde ne kadar Sırp, Bulgar, Rum, Arnavut çetecisi varsa topladılar. Bunların yanına pek az da Türk askeri katıldı. III.Ordu kumandanı Mahmut Şevket Paşa'nın emri altında İstanbul'a gelen bu çetecileri devlet merkezine sokmak istemeyen kumandanlar padişâha mürâcaat ettiler.

Ancak kardeş kanı dökülmesini uygun bulmayan merhametli pâdişah, buna müsaade etmedi. "Bu hareket, benim şahsıma karşı girişilmiştir. Ben, şahsım için, milletimin kan dökmesine aslâ müsaade edemem." dedi.

İsyanı yatıştırmak bahanesiyle İstanbul'a giren İttihatçılar ve dağdan inmiş Balkan komitecileri pekçok kan döktüler. Nerede bir sarıklı molla ve hoca gördülerse öldürdüler. Papatya çiçeği gibi beyaz sarıklı molla ve hocalarla dolu İstanbul câmiilerini kurşun yağmuruna tuttular, katliâm yaptılar [4] . Ayrıca isyanın sorumlusu olarak pâdişahı gösterip onu tahtından indirmeğe karar verdiler.

Bu noktada bir Rum mebusun feryadı çok dikkati şâyandır. Şöyle ki:

İttihatçılar bir kısım mebuslarla o zamanki adı Ayastafanos olan Yeşilköy'de yaptıkları gizli bir toplantıda, Sultan Abdülhamid Han'ı tahtından indirme kararı alınca bir Rum mebus; "Yapmayın efendiler! günaftır, günaf. Sultan Abdülhamid Han, bu memleketin nûrudur. Dünyâda denge unsurudur. O'nu tahtından indirirseniz mülkü millet harâb olur. Dünyâ perişân olur." demiştir. O'nun bu feryadını, o zamanın mebuslarından olan ve bu toplantıda bulunan, bilâhere şeriye vekilliği yapan, tefsir yazarı Konya'lı M.Vehbi Efendi çok kişilere nakletmiştir.

Ne yazık ki, dünün ve bugünün pek çok kişileri, Sultan Abdülhamid Han'ı, bir Rum mebusu kadar anlayamamışlardır.

İttihatçılar, şer plânlarına kılıf olarak da zorla fetvâ yazdırdılar. Daha sonra Yahûdî Emanuel Karaso, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esat Toptâni, uzun yıllar pâdişahın yâverliğini yapmış olan Laz Arif Hikmet Paşa, pâdişaha giderek; "Millet seni azletti." dediler.

Pâdişah; "Hâl' etti demek istiyorsunuz." diye kelimeyi düzelterek [5] , "Ben Türklerin, Müslümanların hâlifesiyim. Hâl' edecekse beni onlar hâl' etmeliydi. Sen yahûdîsin!, sen ermenisin!, sen nankörsün!" diye çıkıştıktan sonra, üç kere; "zâlike takdîru'l azîzil alîm" dedi. Bu kelamdan, saray da, ordu da titredi.

Târihimizin en büyük lekelerinden biri olan bu hâdise, aynı zamanda Türk milletine yapılan en büyük hakâretlerden biridir.

Sultan II.Abdülhamid Han, Türk târihinin ender kaydettiği çok büyük bir şahsiyetti. Dünyâ siyâset târihinin en büyüklerindendi. Onun siyâsi dehâsı cihanşümûldü. Belki de bu büyüklüğü yüzünden anlaşılamadı ve aleyhinde yerli yabancı düşmanlar her şeyi söylediler. Hayâtı, Yahudîler, Ermenîler, Balkan komitecileri ve bütün yıkıcı şer kuvvetleriyle mücâdele içinde geçti.

Sultan Abdülhamid Han tahttan indirilince kendisine pek çok iftiralarda bulundular; "çok adam öldürttü" dediler. Sultan Abdülhamid Han; "Ben kimin nesini öldürtmüşsem, dâva açsın, mahkeme huzurunda benden hak istesin" diye gazetelere îlân verdi. Hiç çıt çıkmadı. Ancak bir kadın; "Kocamı öldürttü" diye mürâcaatta bulundu. Mahkeme, gün tâyin etti. Tam mahkeme günü, kadının kocası gemiden indi. Meğer Trablusgarb'de İtalyanlara esir düşmüş, bilâhere serbest bırakılmış; keramet zuhur etti, o gün geldi. Böylece Ulu Hakan'a iftira atanlar çok mahcub oldular.

Aleyhinde faaliyet gösterenlerin elebaşılarından biri olan feylâsof Rıza Tevfik, devlet elden gidince korkunç pişmanlığını dile getiren, "Sultan Abdülhamid Han'ın Ruhâniyetinden İstimdat" adlı mersiyesinde şöyle feryâd ediyordu:

Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör ............ bak günâhına.

Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.

"Pâdişah hem zâlim, hem deli" dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz "beli" dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.

Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.

Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!

Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliâma kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler, secde ettiler.
.... .... .......... pis külâhına.

Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lânetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstâhına.

Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.

Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyânet yerde süründü,
Türkün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamberine, hem Allâh'ına.

Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.
Rıza Tevfik

Sultan Abdülhamid Han devrinde dünyânın dört büyük gücünden biri olan ve 7 milyon küsür kilometrekareden fazla olan ülke; İşkodra'dan Basra Körfezine, Karadeniz'den Sahrâyı Kebîr (Büyük Sahra) çöllerine uzanıyordu. Çeşitli entrika ve iftiralarla O'nu tahtından indirip ülke idâresini eline alan İttihatçılara, Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han; "Eğer Türkiye'yi on sene idâre edebilirlerse bir asır idâre ettik, desinler." demiş ve neticeyi de o anda işâret etmişti.

Nitekim o târihten îtibaren, Osmanlı Devleti hızlı bir parçalanma devresine girdi. Önce Trablusgarb'ı İtalyanlar işgâl etti, sonra Balkan Harbi bozgunu oldu. Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ aralarında anlaşıp Türklerin üzerine çullandılar. Sultan Abdülhamid Han'ın kurduğu Balkan dengesini ortadan kaldırmak suretiyle, aynı Balkan ülkeleri, bu dengeye saygı besleyen Avrupa devletlerini birbirlerine düşürdüler. Dünyânın en şaâmetli hâdiselerinden birisi olan I.Cihan Harbi'ne böylece sebep oldular.

İngilizlerin 1900'lerdeki Hâriciye Vekili olan Edward Grey (ki Osmanlılar aleyhinde ençok faaliyet gösterenlerdendi), Sultan Abdülhamid Han'ın vefâtından sonra; "Ne büyük kayıp! Hasmımdı, ama O'nun ölümü ile diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti." diye yazan meşhur diplomat, hâtıratında, 1912-1913 senelerinin en belli başlı hâdiselerinden Balkan Harbi ve Büyükelçiler Konferansı'na değinirken şöyle diyor:

"Ben, II.Abdülhamid'i Yakındoğu dengesini şekillendiren bir kimse olarak tanıdım. Sultan II.Abdülhamid, bölgenin hangi güçler tarafından çeşitli oyunların çevrildiğini, bu güçlerden her birinin temâyül, kudret ve zaaflarını en mükemmel şekilde biliyordu. Rusya'nın, İstanbul ve Boğazlar üzerindeki niyetlerine vâkıf olması bir tarafa, Çar'ın buralara çok yakınlaşması hâlinde, (aynen 1878 Berlin antlaşması sırasında olduğu gibi) batılı ülkelerin, Rusya'nın davranışını önlemek için harekete geçeceklerinin de farkında idi.

İngiltere kamuoyunun, Makedonya'daki zulüm ve Ermeni katliâmı yüzünden hissettiği infiâli, Abdulhamid hiddetle, fakat endişeden uzak bir şekilde izliyordu. Ayrıca İngiliz donanmasının Ermenistan bölgesi dağlarına yanaşamayacağını değerlendiriyordu. Özellikle Londra'nın İstanbul ve Boğazlar meselesini alevlendirmesi hâlinde, büyük ülkelerin statükonun bozulmasına izin vermeyeceklerini ve kendi aralarında savaş başlatması korkusu ile buna engel olacaklarını da tesbit ediyordu.

Başbakan D'İsrali'nin Türkiye yandaşı politikasının taraftarı olan Lord Salisbury bile, artık tam bir kanâat dönüşü ile "İngiltere'nin Türkiye'yi tutmakla yanlış ata oynadığını" söylemeğe başlamıştı. Bu hâdise bile, Abdülhamid'i heyecanlandırmıyordu. İngiltere'nin şahsında bir Türkiye destekçisini kaybetmişti, ama şimdi Almanya'nın varlığında bizzat kendi eliyle güçlü bir dost bulmuştu.

Sultan II.Abdulhamid Han, Anadolu'nun kalkınması ve refahı konusunda, bâzı ticârî tavizler vererek Alman dostluğuna bağlılık ve ve bu gelişmeyi kuvvetlendirmek için büyük dikkat göstermişti. Fransızlar da İstanbul'da önemli ticârî çıkarlara sâhip olmuşlardı. Ama Abdülhamid, kendi aralarında dengelenen bu dış siyâsi güçlerin ve elde edilen çıkarların arkasında en sağlam şekilde yer tutabilmişti.

Pâdişah, gerçi Makedonya'da reform yapılması konusunda üzerindeki baskılardan sıkılıyordu ama Avusturya ve Rusya'nın diğer ülkelerin bu konu ile ilgilenmelerine izin vermeyeceklerini, bu takdirde İngiltere'nin tek başına kalacağını da, yine en iyi değerlendiren insandı. Bu konuda, kendisi üzerinde ağır bir baskı kurulmasını önlemek ve bu ülkelerin kendi aralarındaki rekâbeti kısıtlayabilmek için, Avusturya ve Rusya arasındaki rekâbeti iyi kıymetlendiriyordu. Makedonya meselesine müdâhale edebilecek bir başka ülkenin var olmamasından duyduğu kıskançlığı, İngiltere üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanıyordu."


Konular

   10- Kânûnî Sultan Süleyman; Hükümdarlığı: M.1520-1566
   11- Sultan İkinci Selim; Hükümdarlığı: M.1566-1574
   12- Sultan Üçüncü Murad; Hükümdarlığı: M.1574-1595
   13- Sultan Üçüncü Mehmed; Hükümdarlığı: M.1595-1603
   14- Sultan Birinci Ahmed; Hükümdarlığı: M.1603-1617
   15- Sultan Birinci Mustafa; Hükümdarlığı: M.1617-1618 ve M.1622-1623
   16- Sultan İkinci (Genç) Osman; Hükümdarlığı: M.1618-1622
   17- Sultan Dördüncü Murad; Hükümdarlığı: M.1623-1640
   18- Sultan Birinci İbrahim; Hükümdarlığı: M.1640-1648
   19- Sultan Dördüncü Mehmed; Hükümdarlığı: M.1648-1687
   20- Sultan İkinci Süleyman; Hükümdarlığı: M.1687-1691
   21- Sultan İkinci Ahmed; Hükümdarlığı: M.1691-1695
   22- Sultan İkinci Mustafa; Hükümdarlığı: M.1695-1703
   23- Sultan Üçüncü Ahmed; Hükümdarlığı: M.1703-1730
   24- Sultan Birinci Mahmud; Hükümdarlığı: M.1730-1754
   25- Sultan Üçüncü Osman; Hükümdarlığı: M.1754-1757
   26- Sultan Üçüncü Mustafa; Hükümdarlığı: M.1757-1774
   27- Sultan Birinci Abdülhamid; Hükümdarlığı: M. 1774-1789
   28- Sultan Üçüncü Selim; Hükümdarlığı: M.1789-1807
   29- Sultan Dördüncü Mustafa; Hükümdarlığı: M.1807-1808
   30- Sultan İkinci Mahmud; Hükümdarlığı: M.1808-1839
   31- Sultan Birinci Abdülmecid; Hükümdarlığı: M.1839-1861
   32- Sultan Abdülaziz; Hükümdarlığı: M.1861-1876
   33- Sultan Beşinci Murad; Hükümdarlığı: M.1876
   34- Sultan İkinci Abdülhamid; Hükümdarlığı: M.1876-1909
   35- Sultan Beşinci Mehmed Reşad; Hükümdarlığı: M.1909-1918
   36- Sultan Altıncı Mehmed Vahîdeddin; Hükümdarlığı: M.1918-1922
   Osmanlı Beyliği'ni İmparatorluk (Devlet-i Âliye) Yapan Sebepler
İSTİFÂDE EDİNİLEN ME'HAZLAR
LÜĞAT (SÖZLÜK)