Kitaplar | Konular | Müslümanca Yasama Sanati

Nezih Peygamberlere imanda nazik ölçüler

Cenâbi Hak, emir ve yasaklarini halka teblig için, insanlar arasindan bazi kimseleri seçmis ve kendilerini peygamberlikle vazifelendirmistir. Bu yüce sahsiyetlere Resul ve Nebi ünvani verilmektedir. Bu kâmil insanlar; mucize ile müeyyed, meleklerle müserref, dogru sözlü, kendilerine güven duyulan, Hak'dan aldigi emirleri aynen halka teblig eden, son derece zeki ve günahtan uzaktirlar.

Peygamberlerde bulunmasi vacip olan "ismet" sifati, "Günaha kudreti varken islememektir" (1) Islâm kelamcilari, bu sifati "Allah Teâlâ'nin, kulda günah isleyecek kudreti halk etmemesidir" (2) diye tarif etmektedirler. Ehli sünnet velcemaat mezhebinin bize telkin ettigi piril piril inanç esaslarindan, hiçbir peygamberin itikadî bahislerde veya Allah'in emir ve yasaklarinda bir hükmü inkâra kalkisarak küfre sapmadigini, kesinlikle ögrenmis bulunuyoruz. Bu hususta Islâm âlimlerinin icmâl ve ittifaki vardir (3).

Ilâhî emir ve yasaklari ihmal etmekten dogan ve "büyük günah" adi verilen davranislardan birini bir peygamberin kasten islemeyecegi hususunda da ehli sünnet âlimleri fikir birligi halindedirler (4).

Peygamberler, unutarak büyük bir günahi islemeye bilfarz yönelecek olsalar Allah Teâlâ tarafindan, vahiy ve ilham yollarindan biri ile, ikaz edilirler ve o ise tesebbüs etmeden önce, ilâhî bir esirgeme olarak, o yol kendilerine kapatilir. Mücevher ile çakil tasini ayirt edecek kadar temyiz kabiliyeti bulunan bir müslümanin, peygamberlerden bir fert ile sair insanlari ayni terazide tartmasi kesinlikle caiz degildir.

Bazi peygamberlerde görülen ve "zelle" diye isimlendirilen hususlar, "yapilmamasi, islenmesinden daha münasip düsecek davranislar" diye tarif edilmektedir. Bu kabilden vaki olan bir isin, Kur'âni Kerim'de "isyan" olarak zikredilmesi, peygamberlik makaminin yüceligi ve enbiyanin piril piril vicdanlarinin en küçük bir hatayi yansitacak safiyette olmasindandir. Peygamberlerden suduru nakledilen bu kabilden bir is, "haberi âhâd" ile sabit bulunuyor ise red olunur. Tevatür derecesine ulasmis bir rivayetle sabit ise, münasip bir sekilde tevil olunur.

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in hadisi seriflerinde gördügümüz, günde yetmis veya yüz istigfarda bulunduguna dair beyani, kendilerinden sudur eden bir günah sebebiyle degildir. Zira peygamberlerin istigfari, günah ile kendilerinin arasina manevî perde çekilmesini niyaz etmekten ibarettir. Günah islemekten masun bulunan bu yüce zâtlarin magfiret dilekleri, masumiyetinin devamini ve ilâhî rahmetin himayesinde gölgelenmeyi istemektir.

Bir kimsenin günaha tesebbüsü su sebeplerden dogabilir:
a) Hainlikten,
b) Aklinin anlayissiz olmasindan,
c) Bildigi seyleri açiklama cesaretinin olmayisindan,
d) Günaha aliskanligindan.

Bu saydigimiz seylerin peygamberlerde bulunmasini düsünmek, tertemiz seriat hükümlerine, aklî ve naklî kaziyyelere aykiri düser. Enbiya toplulugunda hiyanetin en küçük bir "iz"ine tesadüf edilmedigi için, peygamberlik silsilesinin son halkasi bulunan Resûlüllah (s.a.v.)'e kendisinin en azili düsmanlari tarafindan "elemîn" ünvani verilmistir.
Zati için özel, tâbi oldugu silsile için güzel bir ünvân olan eminlik, peygamberler arasinda hain ve bu yolda hiyanet bulunmayisi sebebiyle verilmis bulunmaktadir.

Akli selime sahip bulunanlarin hayrette kalacagi seviyede yüksek bir zekaya sahip bulunan enbiyadan bir ferde, "Bilmedigi için islemistir" diye bir günahi isnada kalkismak, iftiranin en bayagisi olur.

Bildikleri hakikatleri açiklamak, Hak'tan aldigi emirleri halka teblig ugrunda secaat, sabir ve metanet göstermek, enbiya silsilesinin ayrilmaz bir lazimidir. Bu yolda her türlü zulme ugradiklari halde bildigini
gizlememis, hatta bu ugurda canini teda etmekten bile çekinmemislerdir.

Günaha alismak degil, isyana bulasmaktan bile nefret duyan peygamberler silsilesine günah isnadi; iman nurunu söndürecek derecede vahim bir iftira olur.

Bu mevzuu müsahhas birkaç misalle vuzuha kavusturmak istiyoruz. Cenâbi Hak, peygamberlerin ilki ve insan neslinin baslangici bulunan Hz. Âdem'e söyle hitap etmisti; "Ey Âdem! Sen, zevcenle birlikte cennette yerles(in) de ikiniz de dilediginiz yerden yeyin. (Ancak) su agaca yaklasmayin. Sonra (kendilerine) yazik etmislerden olursunuz. Derken seytan, onlardan gizli birakilmis o çirkin yerlerini kendilerine açiklamak (göstermek) için ikisine de vesvese verdi ve "Rabbiniz size bu agaci, baska bir sey için degil, ancak iki melek olacaginiz, yahut (ölümden âzâde ve) ebedî kalicilardan bulunacaginiz için (yani böyle olmayasiniz diye) yasak etti" dedi. Bir de onlara: "Süphesiz ki ben sîzin iyiliginizi isteyenlerdenim" diye yemin etti. Iste bu suretle ikisini de aldatarak (o agaçtan yemeye) tenezzül ettirdi. Agaç(in meyvesin)i tattiklari anda ise, o çirkin yerleri kendilerine açihverdi ve üzerlerine cennet yapragindan üst üste yamayip örtmeye basladilar. Rableri de "Ben size bu agaci yasak etmedim mi? Seytan size apaçik bir düsmandir demedim mi?" diye nida etti (5).

Âyeti kerimenin meâlinde görüldügü üzere, seytan, Hz. Âdem'e ve Havva validemize vesvese vererek su sekilde tuzak hazirladi:
a) Rabbiniz sizi su agaçtan, ancak melek olacaginiz yahut cennette ebedî kalacaginizdan dolayi yasakladi.
b) Ben size ögüt verenlerden ve hayrinizi dileyenlerdenim. Bu agaçtan yeyin de cennette kalin.
c) Rabbiniz sizin bu agaca yaklasmanizi yasakladi, meyvesini yemekten men etmedi, diyerek cüret verdi (6).
Seytanin yaptigi fitleme karsisinda Cenâbi Hakk' in "Ey Adem!

Hiç süphesiz ki bu, senin de zevcenin de düsmanidir. Bundan dolayi sakin sizi cennetten çikarmasin o. Sonra zahmete düsersin. "(7) buyurarak uyarisini unutmuslardi. Yoksa Allah Teâlâ'nin emrine muhalefette bulunmaya azmetmis degillerdi.
Unutmaktan dolayi yapilan bir is, bizim anladigimiz mânâda isyân degil, ancak "zelle"dir. Ebû Bekir bin Fûrek, bu vak'anin Hz. Âdem'e peygamberlik gelmezden önce cereyan ettigini ifade ve "En sonra Rabbi (yine) onu (peygamber) seçti de tevbesini kabul etti, ona dogru yolu gösterdi" (8) mealindeki âyeti delil gösterdi (9).

Hz.Âdem, Allah Teâlâ'dan telakkî ettigi birkaç kelime ile "Ey Rabbimiz! Nefsimize yazik ettik, eger sen bizi yarligamaz ve esirgemezsen elbette zarara ugrayanlardan oluruz" (10) diye Cenâbi Hakk'a niyazda bulundu. Merhametine sinir çekilemeyen Rabbimiz de tevbesini kabul edip onlari sonsuz rahmetine eristirdi.

Bu hadisenin neticesinde Hz. Âdem, tevbe kapisinin fatihi oldu ve zürriyetinden gelecek kimselerden günaha bulasacak sahislara, aralanmis bulunan bu kapidan ilticada bulunmanin keyfiyetini ögretti.

Ârifi Rabbanî ve Kutbi Samedânî Abdü'lVehhâbi Sa'rânî (k.s.), "Sayet Hz. Âdem, o agacin meyvesinden yemesinin bu hayirli neticeye varacagini bilmis olsaydi agacin tamamini yerdi" (11) demistir.

Zahirde isyan diye ifade edilen bu vakia, netice itibariyla gufrana ve rahmeti Rahmân'a vesile oldu. Yüce Rabbimizin Hz. Âdem'i yeryüzüne indirmesi, onu yaratmazdan önceki bir takdiri iktizasidir. Söyle ki: Cenâb i Hak, meleklere, "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacagim" buyurmustu. Iste Âdem (a.s.), bu rütbeye ulastirilmak için arzin üzerine indirilmis bulunuyordu. Bu itibarla onun yeryüzüne inmesi, bir azap ve iskence degil, rahmeti ilâhîye sebep teskil etmistir (12).
Hz. Âdem'den sâdir olan "zelle", Rabbimizin "Ey Âdem! Süphesiz ki bu (iblis) senin de zevcenin de düsmanidir" tenbihini bir an için unutuvermesidir. Bu da bagislanmis ve kendisine nübüvvet ihsan olunmustur.

Bir de Hz. Ibrahim'den misal vermek istiyoruz. Babil sehrinin putperest halki, batil inançlari dogrultusunda, bir yortu ve senlik hazirligi içinde bulunuyordu. Onlarin toplantisina katilmamaya kararli bulunan Hz. Ibrahim, "Ben hastayim" demisti. Halk, gelenekleri olan senligi icra için, sehrin disina çiktiklari zaman, Hz. Ibrahim onlarin tapinaklarina girdi ve elindeki balta ile putlari kirip parçaladi. Sadece en irisini birakti ve baltayi da onun boynuna asti.

Halk sehre dönüp durumu görünce Hz. Ibrahim'in etrafini sardilar ve "Bu isi tanrilarimiza sen mi yaptin?" diye sordular. Hz. Ibrahim "Belki su büyük put yapmistir bu isi! Baslarina gelen durumu onlara sorun" diyerek hakimâne ve düsünmeye sevk edici bir cevap verdi. Heyhât ki, bu kararmis dimaglarin sahipleri, hikmeti anlayacak ve hakikati kavrayacak durumda degillerdi.
Hz. Ibrahim'in "Ben hastayim" demesi, asla bir yalan olarak vasiflandirilamaz. Içlerinde yakin akrabasinin da bulundugu bu güruhun hak yolunu birakip putlara tapmalari, Hz. Ibrahim'i üzüntülere gark etmekteydi. Bu itibarla "Ben, kederimden hastayim" takdirinde bir ifade kullanmis oluyordu.

"Belki bu isi su büyük put yapmistir" demesi de kavminin anlayacaklari seviyede bir huccet getirmek içindi. Muhyiddin bin Arabî (k.s.), Hz. Ibrahim ile rûhanî ve manevî mülakatinda, Hz. Halilullah'a bu sözün hikmetini ve inceligini sormus. Ibrahim (a.s.): "Onlar, Cenâbi Hakk'in kibriya sifatinin tapmakta olduklari putlarda mevcut oldugu inancinda idiler" cevabini vermis (13).

Bir misal de Hz. Musa'dan vermek istiyoruz. Istikbalin "Kelîm"i delikanlilik çagina ulasmis bulunuyordu. Bir gün yolda giderken iki sahsin kavga ettiklerini gördü. Bunlardan biri, Firavun'un tanriligina inanmis sapkinlardandi. Digeri ise Israilogullarindandi. Misirli sahis, Israîlî olan kisiye iskence yapmakta ve dayak atmaktaydi. Bu magdur ve mazlum kimse, Hz. Musa'yi görünce kendisinden yardimci olmasini istedi. Hz. Musa, onun haline acidi ve kurtarmaya çalisirken Misirlinin gögsüne bir yumruk vurdu. Eceli gelmis olacak ki, yumrugu yiyince düstü ve öldü.

Hz. Musa, "Bu, dedi, seytanin is(ler)indendir. O, hakikat sasirtici, apaçik bir düsman. Rabbim! Ben kendime yazik ettim. Artik beni yarliga, dedi. Bunun üzerine (Allah) onu yarligadi. Çünkü O, çok yarligayici, çok esirgeyici olanin tâ kendisidir. (Musa) dedi: Rabbim! Bana în'am ettigin seyler hakki için artik suçlulara asla arka olmayacagim" (14).

Misirli Kibtî'nin ölüm hadisesi, Hz. Musa'ya peygamberlik gelmezden önceki devreye tesadüf etmektedir. Diger bir husus da Hz. Musa, o kimseyi öldürme fikrine asla meyletmemistir, Bu sebeple eline tas, sopa ve benzeri bir sey alip onunla vurmamis; magdur sahsi kurtarmak için yumrugu ile itip uzaklastirmak istemistir. Müessif neticeyi görünce de "Belâni buldun" dememis, "Bu, seytanin islerindendir" diyerek üzüntüsünü dile getirmistir.

Kendisinden sâdir olan bu "zelle"den dolayi, Hz. Musa'nin "Nefsime yazik ettim" demesi, Allah tarafindan emir sâdir olmadan bir ölüm hadisesine bulasmis olmasindan kaynaklaniyordu. Bu cihetle Allah Teâlâ'dan magfiret diledi ve ilâhî affa nail oldu, Daha sonraki bir zamanda kendisine peygamberlik verilmesi, "ulü'lazm" peygamberler arasinda yer almasi; müstakil bir seriat ve Tevrat gibi bir kitabin kendisine indirilmesi, kelimullah olarak seçilmesi gibi meziyyetler; Onun nezahetini ve günah kiri ile bir ilgisinin bulunmadigini açiga koyan ilâhî burhanlardir.

Bir örnek de peygamberimiz Hz, Muhammed (s.a.v.)'den vermek istiyoruz. Nübüvvet müessesesinin yüceliginden habersiz gafil ve cahil kimseler, Fetih Sûresi'nin 12. âyetlerinde geçmekte olan "Min zenbike" (Senin günahindan) tâbirini ve Resûli Ekrem (s.a.v.)'in "Günde yetmisten fazla istigfar ederim" hadisini hâsâ Peygamberimizin günah islemesine delil olarak göstermeye kalkismaktadirlar. Bu sakat ve yanlis iddiaya cevap vermeden önce, bahsi geçen âyetlerin mealini beraberce tetkik edelim: "Biz, hakikat sana apasikâr bir feth (u zafer yolu) açtik. (Bu), geçmis ve gelecek günahini Allah'in yarligamasi, senin üzerindeki nimetini tamamlamasi, seni (bu sayede) dogru yola iletmesi içindir" (15).

Gelelim iftiranin cevabina ve mukabil görüslerimize:

a) Yüce Allah, âyeti Kerimede Habibini fethi mübine mazhar kildigini haber veriyor ve bunun sebebinin de "geçmis ve gelecek günahini yarligamasi, Resûlü üzerindeki nimetlerini tamamlamasi ve dogru yola iletmesi" oldugunu açikliyor. Sâyet âyeti kerimede geçen "zenb" tabiri, bizim anladigimiz mânâda bir günah olsaydi, önce bu günahin affi, daha sonra fethi mübine mazhar kilindiginin bildirilmesi gerekecegi düsüncesi akli zorlamaktadir.

b) Fetih daha önce tecelli ettigine göre, Resûli Ekrem'de bizim bulastigimiz mânâda bir günah kirinin bulunmadigini, dinî ve mantikî bir hakikat olarak ortaya çikarmaktadir. Ebu Ali Rûzebârî, bahsi geçen âyetleri söyle tefsir ve tevil etmektedir: "(Habibim!) Senin bilfarz geçmis veya yeni islenmis bir günahin bulunmus olsaydi, ben, onu senin hatirin için yarligamis gitmistim" (16).

Ebû Tahir Kazvînî, "Sirâcü'lUkul" adli eserinde diyor ki: "Yüce Allah, peygamberleri, Ilmi ezelisinde nübüvvet ve risalet vermek için, istifa buyurunca onlari seytanlarin hile ve tuzaklarindan haberdar ederek ilâhî himayesine almis, gögüslerini ilâhî bir nur ile genisletip kirli seylerden temiz tutmustur (17).

Ahmed bin eiMübarek'in mürsidi Abdülaziz edDebbag (k.s.) hazretlerinin bu âyeti kerime ile ilgili ikna edici ve ilmî cevabi söyledir: "Fetih'ten murad (olunan mânâ), Allah Teâlâ'yi müsahededir. Cenabi Hakk'in ezelî ilminde mahlûkatin tamaminin Allah'a marifet peyda edemeyecegine dair bir hükmü sebkat etmis bulunuyordu. Çünkü hepsi bu marifete nail olsaydi, onlar için bir tek dâr (cennet yurdu) olurdu. Hak Teâlâ, mahlûkat için iki yurd (cennet ve cehennem) kazâ ve irade etti de rahmetine eristirdigi insanlardan gayrisini perdeledi. Allah Teâlâ onlari, fiilini ve zatini müsahadeden men etti."
Günah, ancak Rabbinden hicablanmis, masiyeti isledigi sirada gafil ve yanilgan bir kimseden (sâdir) olur. Müminler, kendilerinde (meydana) gelen islerin hakikî failinin ve dileyenin Allah olduguna her ne kadar iman ediyor olsalar da bu itikad bazen hâzir bazen de gaip olur. Bunun sebebi de (bahsi geçen) hicabtir. Onlarin itikadlari, sadece gayba iman etmeleridir. Yoksa bir müsahededen (dogmus) degildir. Allah, kimi rahmetine eristirdi ise, onlardan perdeyi ayir(ip aç)mis ve zatini müsahade lütfunu ikram etmistir. Artik onun gördügü ancak Hak'tir. (Her sey) haktan (sâdir) ve Hakk'a (râci olmakta)dir. Iste âyeti kerimede isaret olunan "fethi mübîn" budur" dedi. Ben:
"Bu ona ne zaman vakî oldu?" dedim. O:
"Küçük yastan itibaren (nasip) oldu" cevabini verdi. Devamla:
"Zirâ Peygamber (s.a.v.)'den müsahadei Rabbanî perdelenmedi. Bahsi geçen âyetteki Min zenbike'den murâd, günahin sebebidir. O sebep de gaflet ve zatinin toprakla ilgili bulunan ve asil nes'etindeki hicabin zulmetidir. Bu gaflet ve hicab, günaha nisbetle, kokmus ve kirli bir elbise mesabesindedir. Bu elbise bir kimsenin sirtinda bulundugu zaman, onun üzerine sinek konar. Elbise vücuddan çikarildigi vakit sinek(ler) de ayrilirlar. Iste (kokmus elbise), hicabi; sinek de günahi andirmaktadir. Kim bu (kokmus libas)a "sinek" adi verse, bu isimlendirme kolay (ve müsait bir benzer) olur.

Iste bunun gibi, burada "zenb"den murâd olan da hicabtir. Bunun "geçmis ve gelecek" tâbirinden murad olunani ise, o perdenin tamamen ayrilmasindan kinayedir. Sanki Cenâbi Hak söyle buyurmus olmaktadir: "(Habibim!) Biz, senden hicabi tamamen ayiralim; bizden sana (ihsan olunacak) nimeti, tamamlayalim; hidayet ve yardima eristirelim diye sana fethi mübini (müsâhedei Hakk'i) nasib ettik". Su muhakkak ki hicabin ayrilmasi, nimetin üstünde bir nimet, (ilâhî) marifetlerin fevkinda bir hidayet, kendinde bu hal bulunan kimsenin (eristigi) nusretten daha fazla yardim yoktur" dedi. Ben:
"Bu, yalniz Peygamber'(imiz)e mi mahsustur?" dedim. O:
"Evet" cevabini verdi (18).

Peygamberimizin istigfarina gelince, büyüklerin magfiret dileklerinde bizim anladigimiz mânâdan baska birçok incelik bulunmaktadir. Evet, Cenâbi Hak, kitâbi ilâhîsinde, çok tevbe edenleri sevdigini haber vermistir. Peygamberlerin tevbe ve inâbe yollari ile Allah Teâlâ'ya ilticalari, O'nun muhabbetini kazanmak için vâkî olmustur.

Her günahkâr müminin istigfar ve tevbe etmesi akla gelir. Fakat her istigfarda bulunan ve tevbe eden kimsenin günahkâr olmasi gerekmez. Arada mantikî ve ince bir fark vardir. Resûlullah (s.a.v.)'in istigfar ve tevbeye çok devam etmesi; "Allah Teâlâ'nin kemâli rubûbiyetine lâyik olacak sekilde ibadet etmekten âcizim" mânâsinda bir tevazuu.

___________________________
(1) Seyyid Serif Cürcanî, Tarifat, sh. 100.
(2) Mevâkif serhi; sh. 575.
(3) Aliyyü'lKârî, Fikhi Ekber Serhi, sh. 106
(4) Sa'düddin Teftâzanî, Akaid Serhi, sh. 170.
(5) Sûrei Ârâf, 1922.
(6) elYevâkît ve'lCevâhir, c. 2, sh. 8.
(7) Sûrei Tâhâ, 117.
(8) Sûrei Tâhâ, 122.
(9) Aliyyü'lKârî, Sifa Serhi, c. 2, sh. 292.
(10) Sûrei Ârâf, 23.
(11) eiYevâkît ve'lCevahir fî akâidi'lekâbir, c. 2, sh. 8.
(12) elYevâkît veflCevahir fî akâidi'lekâbir, c. 2, sh. 4.
(13) elYevâkît ve'lCevahir fî akâidi'lekâbir, c. 2, sh. 12
(14) Sûrei Kasas, 1517.
(15) Sûrei Feth, 12.
(16) Tefsiri Kurtubî, c. 16, sh. 263.
(17) elYevâkitve'lCevahir fî akâidi'lekâbir, c. 2, sh. 3.
(18) elIbrîz, sh. 154155.


Konular