Kitaplar | Konular | Muhtasar Islam Tarihi

M İ ' R A C

Mî'rac, lügatte "urûc etmek, yükselmek" mânâsına gelir ki, bu; İlâhi dâvet üzerine gecenin küçük bir cüz'ünde Fahri Kâinât (S.A.V) Efendimiz'in Mekke'den (Mescîd-i Haram'dan) Kudüs'e (Mescid-i Aksâ'ya), oradan da semâvâta ve semâvâtın ötesindeki bütün âlemlere olan seyâhatıdır. Bu gidişgeliş, seyâhat, geceleyin vâkî olduğundan «İsrâ» da denir.

İsrâ ve Mî'rac mûcizesi hicretten bir-birbuçuk yıl kadar önce, Mekke'de, geceleyin vuku' bulmuştur. Bu mûcize hakkında Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır:

"Sübhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel Mescidil Harâmi ilel Mescidil Aksâ... ilh. [Noksan sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlarla muttasıf olan Zât-ı Ecelli A'lâ, en has kulu olan Habîbini, gecenin küçük bir cüz'ünde, Mescîd-i Haram'dan Mescîd-i Aksâ'ya götürdü. Biz, O Mescîdi Aksâ'nın etrafını, mâddî ve mânevî müzeyyenât ile Habîbimize, mûcizelerimizden bâzısını gösterelim diye süsledik. Şüphe yok ki, her şey'i hakkıyla gören ve işiten Allah'dır.]" (Sûre-i İsrâ, âyet 1).

Peygamber Efendimiz'in Mi'rac seyahatinin "rûhen mi, ceseden mi" yapıldığı hususunda birçok ihtilaflar olmuş ise de, bu mûcizeyi haber veren Âyet-i Kerîme'de geçen "abid" kelimesi bu ihtilaflara çok açık ve net bir cevap teşkil etmektedir. Zîrâ, "abid" kelimesi, yalnız rûha değil, yalnız cesede de değil, ruh ve cesedin her ikisine birden denildiği için, Fahri Kâinât'a bu seyâhatin hem ruh ve hem de cesedi ile beraber yaptırıldığı muhakkaktır.

Hakkında "Levlâke, Levlâke lemâ halakt-ül eflâk (sen olmasaydın, sen olmasaydın, ben ecrâm-ı ulviye ve süfliyeyi halketmeyecektim, bütün bu varlığı senin şerefine yarattım" buyurulan bir peygamberin, nezdi ulûhiyyetteki sevgisini takdir edenler için Mi'rac'ı akla baîd (uzak) görmeye aslâ mahal yoktur.

Mi'rac, insan aklının kavrayamayacağı, lâhûtî bir hâdisedir, metafizikdir, mâ-bâ'düt-tabîadır (akıl üstü bir şeydir). Tek kelime ile, mûcizedir. İnsan, akıl kantarı ile onu tartamaz. Tartmağa kalkışılırsa terazi kırılır. Bunda, zaman ve mekân kaydı, mesâfe ortadan silinmiştir. Bu, Peygamberimiz'in ilâhi lütfa mazhar oluşudur.

Bugün ilim, nîce harikulâdelikleri kabul etmektedir. Esir dalgaları ile uzaklara sesin ve resmin nakledildiğini her gün görüyoruz. Geçmişte hayal sanılan birçok şeyler bugün gerçekleşmiştir. Mükevvenâtta, kuvvetler keşfolunmakta, pek çok hakikâtlar meydana çıkarılmaktadır. Allâh'ın verdiği akıl ve zekâ sâyesinde bugünün insanı, havada uçmakta, atmosferi aşarak aya ve seyyârelere gidip gelmektedir. İlmi herşeyi saran Yüce Allâh'ın kudretiyle, sevgili kulu Hz.Muhammed(S.A.V.)'in Mekke'den Kudüs'e gitmesi, oradan göklere çıkması, varlığın hulâsası olan bu Zât'ın gökler âlemini ve bütün Mükevvenâtı seyretmesi neden mümkün olmasın?

Ne yazık ki; dün, bu Kudretullâh'ı inanmayıp inkâr edenlerin, «insan uçar mı imiş, ağır bir şey semâya gider mi imiş, cism-i sakîlin cevvi semâ ile alâkası ne imiş» diye hakâretâmiz tâbirler kullananların çocukları, Avrupa'nın mülhidleri bugün havada uçuyorlar. Kendi elleriyle ecdadlarını tekzip ediyorlar. Zerre kadar hayâ edenin, o Mûcizetullâh'ı inkâr eden ciltlerle dolu kütüphânelerini dinamitle uçurmaları lâzım gelir.

Artık Mi'rac, zamanımızdaki ilim ve tekniğin gelişmeleri karşısında herkes tarafından daha kolay kabul edilebilecek ilâhi bir hakîkattir. Biz müslümanlar ne kadar sevinsek, Mevlâmıza ne kadar şükretsek ve de ne kadar iftihar etsek yine de azdır. Çünkü; ilim bizimle, fen bizimle, teknik bizimle, herşey bizimledir.

Fahri Kâinât (S.A.V) bu hususta meâlen buyuruyorlar ki:

"Mi'rac'a götürüldüğüm gece, Ben, Mekke'de [3] , uyku ile uyanıklık arasında iken, Cebrail geldi. Kalk yâ Muhammed (S.A.V) dedi.

Kalkdım bir de baktım ki, yanında Mîkâil ve İsrâfil Aleyhimüsselam da var. Kardeşim Cibril'e sorduğumda dedi ki: ''Yâ Muhammed! Rabbim Teâlâ, beni sana gönderdi. Bu gece, bundan önce hiç kimseye yapmadığı ve bundan sonra da hiç kimseye yapmayacağı ikrâmı sana lütuf ve ihsanda bulunacak. Sen Rabbinle konuşmayı ve O'nu görmeyi istsyorsun, bu gece, sen Rabbinin acâibâtından, O'nun azamet ve kudretinden çok şeyler göreceksin.'' dedi.

Sonra bana mânevi bir ameliyat yapıldı. İçi îman ve hikmetle dolu altından bir leğen getirdiler, boğazım'dan karnıma kadar göğsümü yardılar, Zemzem suları ile yıkayıp îman ve hikmetle doldurdular. İki omuzumun arasına Hatemi Nübüvvet ile mühürlediler. Bundan sonra Cebrail elimden tuttu, Zemzem suyunun başına götürdü. Oradaki meleğe şöyle dedi: ''Bana zemzem suyundan bir kova su getir.'' O su geldikten sonra, abdest aldım, iki rekat namaz kıldım. Sonra "haydi gidelim" dedi.

Nereye diye sordum,

Rabbine, Rabbinin dilediği yerlere" dedi. Ve çok güzel, beyaz Burak denen acîp bir vâsıtaya bindirilerek yola çıkarıldım.


Konular