Kitaplar | Konular | Muhtasar Islam Tarihi

OSMANLI DEVLETİ (OSMANLI İMPARATORLUĞU)

Osmanlılar (Hicrî: 699-1340; M.1299-1922)

Osmanlılar, Oğuzların Kayı boyuna mensupturlar. Orta Asya'dan göç ederek diğer Oğuz beyleriyle birlikte şimdi İran hudutları dahilindeki Horasan'ın Mahan bölgesine yerleştiler. Önce Selçuklular sonra Harzemşahlar devletinin idâresi altında yaşadılar. Târihte Moğol-Tatar istilâsı olarak bilinen Cengiz'in ordularına karşı Harzemşahlar saflarında büyük hizmetler yaptılar. Harzemşahlar devletinin yıkılmasıyla Moğol-Tatar istilâsından kaçarak 50.000 kişiyle Anadolu'ya gelip Anadolu Selçuklu Devletine sığındılar.

Kabîle reîsi olan Süleymanşah, Ca'ber kalesi yakınında Fırat nehrinden geçerken boğuldu. Süleymanşah'ın [1] vefâtından sonra kabîlesi dağıldı. Dört oğlundan biri olan Ertuğrul Gâzi, dağılan aşîretlerden birine reis oldu. Ertuğrul Gâzi, içlerinde kardeşi Dündar Bey'in de bulunduğu, kendisine bağlı 400 çadır (âile) ile batıya doğru hareket etti. İleride Osmanlı Devleti'ni meydana getirecek olan bu aşîret Sivas yakınlarında Yassıçemen denilen yerde konakladıkları sırada, Selçuklu ordusu ile büyük bir ordunun muhârebesine şâhid oldular. O esnâda Selçuklular mağlup durumda idi. Gâlip tarafa yardım edelim diyenler olmuşsa da Ertuğrul Gâzi; "Bu, yiğitlik ve mertlik esaslarına sığmaz" dedi ve «Allah, Allah» diyerek savaşmakta olan zayıf ve mağlup tarafa yardım etmeği uygun buldu. Böylece yenilmekte olan Selçukluların yardımına koşarak gâlip gelmelerini sağladılar. Bunun üzerine Selçuklu hükümdarı Sultan Alaeddin Keykubat, onları taltif için Ankara yakınlarında Karacadağ yöresini ıkta olarak verdi. Ertuğrul Gâzi, aşîretiyle önce buraya, Kösedağ savaşından (M.1243) sonra da Söğüt'e yerleşti.

Ertuğrul Gâzi, bir gece Söğüt'te Şeyh Edebâli'ye müsâfir olduğunda, kendisine i'zaz, izzet ve ikram edildikten sonra istirahat etmesi için hazırlanan odasına götürüldü. Odanın raflarındaki kitapları görünce, ümmî bir aşîret reîsi olan Ertuğrul Gâzi, bu kitapların ne olduğunu sordu.

Kendisine; "Bunlar Allâhü Teâlâ'nın, Peygamber Efendimiz Hazretlerine semâdan indirdiği Kur'ân-ı Kerim ve tefsirleridir. Cenâb-u Hak bütün şer'i emirlerini O'nda beyân etmiştir. İçinde, Cenâb-u Hakk'ın kullarına emirleri, yasakları, hükümleri olan Allah Kelâmıdır." diye cevap verildi.

İstirahat etmesi için yanından ayrılındığında, Ertuğrul Gâzi, Allah Kelâmı'nın bulunduğu bir odada uzanıp yatmaktan hicab duyarak uyumadı. Abdest alıp namaz kıldıktan sonra el bağlayıp Kur'ân-ı Kerîm'e yönelerek, hürmeten sabaha kadar ayakta durdu. Uzun gecenin seherinde ayakta uyuklayınca bir rü'yâ gördü.

Rü'yasında «Bağrında bir ağacın bittiğini, kısa zamanda dallanıp, yeşerip gölgesinin bütün dünyâyı kapladığını görmüş, âlem-i mânâda kendisine Mevlâi Zülcelâl tarafından; "Sen benim kitâbıma bu kadar ihtiram ve ta'zimde bulundun, Ben de senin evlâdını kıyâmete kadar dâim olacak bir saltanat ile tekrim ettim." diye hitap gelmişti.» Böylece kendisine, o gece Cenâb-u Hak tarafından dünyâya ilim, irfan ve medeniyet saçacak bir saltanatın anahtarı verilmişti. Kendisi ve ayrıca oğlu Osman Gâzi de bu ve buna benzer daha bir çok rü'yâlarla tebşir edilmişlerdir.

Târihcilerin, Osman Gâzi tarafından kurulan ve ona izâfeten "Osmanlı Devleti" adı verilen bu büyük devlet hakkındaki ortak fikirleri özetle şöyledir:

Türk ve İslam Târihinin en muhteşem devri Osmanlıların eseridir. Onlar, millî ve İslâmi mefkûrelerinin dâhiyâne terkibi, siyâsî istikrar ve ictimâî adâletleri sâyesinde üç kıtanın ortasında ve Akdeniz havzasında, beşer târihinde nizâm-ı âlem dâvasının en kudretli temsilcileri olmuşlardır.

Osmanlı hânedânı, dünyâda hiç bir âileye nasip olmayan büyük ve dâhî pâdişahları birbiri ardından yetiştirmekle, bu devlete yalnız en büyük hayâtiyeti bahşetmedi. Onu millî, İslâmî ve insânî idealller çerçevesinde miletin kalbini kazanarak cihan hâkimiyeti düşüncesinin de en sağlam teşkilâtı haline getirdi. İslam dîninin, beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için îlân ettiği yüksek esaslar ve dünyâ nizâmı mefkûresi, Eshâbı Kiram ve Tâbiîn'den sonra en ileri derecesine Osmanlı devrinde ulaşmıştır.

Osmanlı sultanları ilmi ve ilim adamlarını, memleketlere sâhip olmaktan üstün tuttular. Kemal sâhibi ilim erbâbını dâimâ takdir edip onlara rağbet gösterdiler. Pâdişahlar, savaşta ve barışta, kânunların düzenlenmesinde, dînin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip kuvvetlendiler. Her işlerinde âlimlerle istişârede bulundular. Devlet nizamlarının hazırlanıp düzenlenmesini ve teftişini onlara havâle edip, idârî mes'ûliyetlere onları da dâhil ettiler. Bunun için Osmanlı Devletinde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkîde idi. Bu yüzden korkutmaya dayanmaktan çok, adâleti yerleştiren kânunlar yapıldı.


Konular