Kitaplar | Konular | Muhtasar Islam Tarihi

ABBÂSİLER

(Hicrî:132-922; M.750-1517)
Abbâsiler; Peygamber Efendimiz'in amcası Hz.Abbas (R.A.)'ın neslinden geldikleri için bu isimle şöhret bulmuşlardır. Emevîlerden sonra ortaya çıkan Abbâsî halîfeliği 767 sene devam etmiştir.

Son Emevî halîfesi Mervan'ın öldürülmesiyle Emevî devleti yıkılmıştı. Bu arada Ebûl Abbas'ın, Irak'ta halîfeliğini îlân etmesiyle Abbâsî devleti kurulmuş oldu. Ebûl Abbas'ın halîfeliği Endülüs hariç bütün İslam ülkelerinde kabul edildi. O'nun zamanında, iç isyanların hepsi bastırıldı.

Yerine geçen oğlu Mensur, Bağdat şehrini kurup başkent yaptı. Mensur'un vefâtı üzerine yerine oğlu Mehdî geçti. Mehdî dönemi devletin kuvvetlendiği, ticâret emniyetinin sağlandığı, mahkemelerin kurularak adâlet işlerinin müesseseleştirildiği bir dönem oldu. Mehdî ölünce yerine oğlu Hâdî halîfe oldu.

Halîfe Hâdî'nin M.786 senesinde vefâtı üzerine yerine geçen Hârun Reşid zamanı ise Abbâsîlerin en parlak devri olmuştur. İslam orduları Hindistan'dan Atlas Okyanusu'na, Kafkaslardan Orta Afrika'ya kadar fetihler yapmışlardı. Bu dönemde, İlim ve sanat erbabına her türlü imkan sağlanmış ve Bağdat dünyânın en meşhur şehirlerinden biri olmuştu.

Bu durum, Avrupalıların dikkatini celbetmiş ve halîfe ile krallar arasında elçiler teâtî edilmiştir. Bir ara Hârun Reşid, Fransa kralı Şarlman'a bir çalar saat hediye etmişti. Saatin kendi kendine çaldığını gören Avrupalılar çok hayret etmişlerdi. Hatta içinde şeytan var diyerek câhilliklerini bile ortaya dökmüşlerdi.

Hârun Reşid'den sonra gelen halîfeler zamanında, iç karışıklıklar yüzünden devlet idâresi iyice zayıfladı. Kuzey Afrika'da ortaya çıkan şiî Fatımîler, Mısır'da Devlet kurdular. İranlı ve şiî bir hânedan olan Büveyhîler Bağdat'ı işgal ettiler. Bu sırada İran'da güçlü bir devlet kuran Türk Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey, Bağdat'a girerek hilafeti şiî tahakkümünden kurtardı.

Selçuklulardan sonra Cengiz'in torunlarından Hülâgû, M.1258 senesinde İslam memleketlerine saldırarak Bağdat'ı kuşattı. Çaresiz kalan halîfe Mu'tasım, veziri ibn-i Alkamî'nin tesiriyle teslim oldu. Hülâgû, halîfeyi yanındakilerle birlikte idam ettirdi.

Dünyâ târihinde en büyük tahribâtı yapan Hülâgû, 400.000'den fazla müslümanı kılıçtan geçirdi. Mescidler ve medreseler yerle bir edildi. Milyonlarca dînî ve ilmî eserler yakılarak Dicle nehrine atıldı. Mezhepsiz ve iki yüzlü olan vezir Alkamî ise o sene zillet içinde öldü.

Hülâgû'nun zulmünden kaçan 35. Abbâsi Halîfesi Zâhir'in oğullarından Ebu-l Kâsım Ahmed, Mısır'da halîfe tanındı. Nihâyet Yavuz Sultan Selim Hân'ın Mısır'ı fethetmesiyle son Abbasî halîfesi III.Mütevekkil, kendi arzusuyla hilâfeti Yavuz Sultan Selim Hân'a teslim etti (H.922, M.1517).


--------------------------------------------------------------------------------

[1] [Taşkent'teki bu (ilk nüshalardan birisi olan) Kur'ân-ı Kerim, Arap Yarımadası'ndan başladığı yolculuğu, kimbilir hangi kentleri dolaşarak Taşkent'te noktaladı. Türklerin İslâmiyeti kabûlünden sonra Türk dünyâsındaki bu ilk nüshaya sahip olan Özbekler, bir ara bu Kur'ân-ı Kerîm'i Ruslara kaptırmışlardı. Mübârek kitap uzun süre Leningrad'da kalmış, Sovyet Rusya'sının yıkılmasından sonra geçtiğimiz yıllarda yeniden Taşkent'e getirilerek, İslam Kültür Merkezi kütüphânesinde duvara gömülü çelik bir kasa içerisinde sıkı muhafazaya alınmıştır.]

[2] [Eshâb-ı Kirâm arasında zuhûr eden bu ihtilaf, ictihaddan dolayıdır. Onların her birerleri müctehid olup ictihadlarında hüsn-ü zan sahibidirler ve müctehidler ictihâdından mes'ul değildirler. Bu îtibarla, zuhûr eden hâdiselerden dolayı Eshâbın bâzısını tutup, bâzısına buğz etmek kat'iyyen câiz değildir. Nitekim bunca hâdiselere rağmen ne Hz.Ali Kerremellâhü Veche, ne de Hz.Muâviye Radıyellâhü Anh birbirlerinin şahsiyetleri aleyhinde tek bir kelime bile söylememişlerdir. Bu, kaderin bir tecellîsidir. Bize düşen, Eshâb-ı Kirâm'ın hepsini sevmek, saymak ve hepsine hürmet ve saygı ile bakmaktır.]

[3] [Hâricî; Seyyit olmadığı halde seyyitlik iddia eden. Hz.Ali'ye âsî olan, karşı gelen fırak-ı dâlle erbâbıdır. Hâricîler, Peygamberimiz'in ve Eshâbının gösterdiği doğru yoldan ayrılmış olan fırkalardan birisidir. Sıffîn savaşından sonra hakem ta'yin edilip hakemlerin kararına Hz. Ali (K.V) uyunca Hz.Ali'den ayrılıp O'nu kafirlikle suçlamışlardır, Allah'tan başka hakem tanınmaz demişlerdir. Kendilerinden başkalarını kâfir sayarak onları öldürmeği vazîfe bilmişlerdir.

7 fırkaya ayrılan Hâricîlerin en ileri olanları Yezîdîlik ve İbâdiyye kollarıdır.

Yezîdîler, şeytana tapar, hayrı da şerri de şeytanın yarattığını söylerler. Güneş doğarken ve batarken toprağı öperek bunu ibadet sayarlar. Yezîdîler tahsîle hiç ehemmiyet vermezler. İlim ve İslâmiyetten uzaktırlar. Kurucuları olan Yezid Bin Enîse'nin adından dolayı Yezîdî denilmiştir.

Bunların Hz.Muâviye (R.A)'in oğlu Yezid'le hiçbir alâkaları yoktur. Zirâ O sunnîdir.

İbâdiyye ise Kurucusu Abdullah bin İbad'den ismini almıştır. "Amel îmandan bir cüzdür." demişler, bu nedenle ibâdet yapmayanı veya haram işleyeni kâfir saymışlardır. Kendilerinden olmayan diğer bütün Müslümanları kâfir saydıklarından târih boyunca İslam devletlerini çok meşgul etmişlerdir. Zamanımızda Siyâsî gücü kalmamış olan İbâdiyye fırkasının Umman, Libya, Madagaskar, Cebre Adası ve Kuzey Afrika ülkelerinde mensupları vardır.]

[4] [Bu hâdiseden dolayı bâzı kimseler ileri giderek Yezîd'e lânet ederler. Bu doğru değildir. Esâsen Hz.Hüseyin'in katline Yezid'in ne rızası var ne de emri vardır. Huccetül İslam böyle diyor.

Büyük kelâm âlimi Aliyyül Kârî Hazretleri de Emâlî adlı muhalled eserinde; "Yezîd'e, taassub ve cehalette ileri gidenlerden gayrı, kimse lânet etmedi" diyor.

Eshâb-ı Kirâm'ın büyüklerinden olan, Hicrette Peygamber Efendimiz'i evinde yedi ay müsafir etmek devletine eren, harplerde Fahri Kâinâtın sancağını taşıyan ve bundan dolayı «Alemdârı Rasülullah, Mihmandârı Rasülullah» ünvânını alan, Hz.Halid ibni Zeyd Ebâ Eyyûb'el Ensâri ki, Eshabın büyüklerindendir. İşte bu büyük Sahabi Yezîd'e lânet etmemiş, bilâkis O'nun ordusunda gönüllü kumandanlık alarak, fetih için İstanbul'a kadar gelmiş ve orada şehid olup kalmıştır. Bir insânın Yezîd'in aleyhinde konuşabilmesi için, Hz.Hâlid'den daha büyük olması lâzım gelir. Bu ise mümkin değildir. Hz.Hâlid Ebâ Eyyûb'el Ensârî'nin Yezîd' e lânet etmeyip, O'nun ordusunda gönüllü kumandanlık alarak İstanbul'a kadar gelmesi ve orada şehid olup kalması muvâcehesinde, Yezîd'in aleyhinde konuşmak doğru olmaz. Hiç değilse süküt etmek lâzımdır.

Yezîd, lügâtta, "îmanda, nurda ziyâde" mânâsına gelir. Kötü bir mânâ ifade etmez. Ne yazıkki bir kısım îtikadı bozuklar, öfkelendikleri kimseye küfür yerinde bu kelimeyi kullanıyorlar. Bâzıları da bunu bilmeyerek yapıyorlar, çok yanlış.]

[5] [Bu boğaza, daha sonra Cebeli Târık boğazı dendi. Târık bin Ziyad, bir rivâyete göre bu boğazı geçtikten sonra gemileri de yaktı]


Konular