Kitaplar | Konular | Muhtasar Islam Tarihi

TAİF MUHASARASI

(Hicrî:8, M.:630)
Tâif; rakımı yüksekçe, akarsuları, ekinleri, hurma bahçeleri, üzüm bağları bulunan, muz ve sair meyvalar yetişen, Mekke'nin doğusunda, Mekke'ye yaya yürüyüşüyle bir günlük mesâfede, kalelerle çevrili, büyük bir şehirdir.

Evtas'da bozguna uğrayan Sakifliler, Tâif'e sığınmışlardı. Kalelerini onarmışlar, bir yıllık gıda maddelerini kale içine toplayarak, kalelerini de içerden kilitleyip, savaşa hazırlanmışlardı.

Rasûlü Ekrem, onların bu fikirlerini öğrenip, maksatlarını anlayınca, Huneyn'in esir ve ganîmet mallarını, Mekke'ye on mil mesâfedeki Cîrâne mevkiinde, bir miktar askerin nezâretinde bırakarak, Tâif'e yürüdü. Öncü kuvvetlerin başına, Allâh'ın çekilmiş kılıncı Hz.Hâlid'i, kumandan tâyin etti. Peygamberimiz, çok geçmeden Tâif'e geldi ve kaleyi tamamen kuşattılar. Kalenin yanına karargâh kurdular. Fakat, düşmanlar Müslümanları şiddetli ok atışına tuttular. Müslümanların attıkları oklar, Tâiflilerin attıkları oklarla havada çarpışarak, geri dönüp Müslümanların üzerine düşüyordu. Müslümanlardan birçoğu yaralandı. Oniki kişi de şehid oldu. Müslümanlar ok menzilinden biraz yükseğe çekildiler. Muhasara böyle 18 gün kadar devam etti.

Düşman, kalelerinden çıkmayınca Hâlid ibn-i Velid, onların kale arkası savaşmalarından bıkmış ve usanmıştı. Meydana çıkarak, kendilerinden; meydana çıkıp, kendisiyle çarpışacak er istedi. Bunun üzerine Abdi Yâlil, Hâlid ibn-i Velid'e şu cevabı verdi: "Kalenin içinde sana karşı çarpışacak biri yoktur. Biz yiyeceğimiz bitinceye kadar burada kalacağız. Eğer sen, bu yiyecekler bitinceye kadar beklersen, hepimiz kılıçlarımızla sana iner, hiç kimse kalmayıncaya kadar dövüşürüz".

Muhasara uzuyordu. Selmânı Farisî'nin; "Yâ Rasûlellah! vaktiyle biz Faris ülkesinde, düşmanımızı mancınıkla yenerdik, onlar da bizi mancınıkla yenerdi. Eğer mancınık olmazsa uzun zaman otururduk." demesi üzerine,

Peygamber Efendimiz, mancınık yapılmasını emretti. Önce Selmân-ı Farisî eliyle bir mancınık yapıp Tâife karşı dikti. Kalenin duvarını delmek için bu ağaçtan yapılmış tanklarla saldırdılar. Fakat, Tâifliler ve Sakifliler, bunların üzerine kızdırılmış sapan demirleri ve şişler atarak tankları yakıyorlar, içindekilerin kaleye yanaşmasına fırsat vermiyorlardı.

Nihâyet Allah Rasûlü; "Bir üzüm asması kesene, cennette bir üzüm asması mevkii var." diyerek Tâiflilerin üzüm asmalarının ve bağlarının kesilmesini emretti. Meyvesi yenmeyen ağaçtan herkesin beşer tane kesmesi emrolundu. Bu onları bezdirip boyun eğdirmek içindi.

Taifliler, bağları ve hurmalıkları kesilmeğe başlanınca şöyle bağırdılar: "Onu, Allah ve merhamet için bırakın."

Allah Rasûlü de; "Ben bağınızı Allâh'ın rızasını ve akrabâlık hakkını gözeterek bırakıyorum." buyurarak asma ve hurmaları kestirmekten vazgeçti.

Daha sonra, Allah Rasûlü bir münâdi çıkartarak; "Kim kaleyi terkeder, bize gelirse o, emindir." diye bağırmasını emretti. Bu nidadan sonra on kişi kaleden çıktı ve Müslümanlara iltica ettiler.

Allah Rasûlü, Sakif kalesinin şiddet durumunu görünce, fethin nasip olamayacağını anladı. Nevfel bîniMuâviye ile gitmek veya kalmak hususunda istişare etti. Nevfel bîn-i Muâviye de şöyle dedi: "Ey Allâh'ın Rasûlü! tilki inindedir. Burada kalırsanız onu alırsınız. Onu terkederseniz, size zarar vermez."

Bâzı Sahâbiler, Peygamber Efendimiz'den, Sakif için bedduâ etmesini istediler. O da; "Allâhım Sakif'e hidâyet nasip et, doğruyu göster. Onları bize getir." diyerek duâ buyurdu.

Rasûlü Ekrem burada daha fazla durmanın faydalı olmayacağına kanâat getirerek, dönmeğe karar verdi. Ordusuyla birlikte Tâif'den, Cîrâne denilen yere gelip, konakladılar. Burada on günden fazla kaldılar.


Konular