Kitaplar | Konular | ATEİZM VE ELEŞTİRİSİ

Kötülük Problemi ve Ateizm

Kötülüklerin varlığı bazan dünyanın güzel olmadığını göstermek için bazan da Tanrı'nın var olmadığını ispatlamak için kullanılmıştır. Genelde hayatı sıkıntıyla geçen kişilerin ileri sürdüğü bu itiraz bazı dönemlerde çok etkili olmuş ve birçok insanın zihnini meşgul etmiştir. Ancak Tanrı'nın varlığına inanan insanların da bir yere kadar kabul ettiği bu problemin ateizme bir gerekçe olarak gösterilmesi mümkün değildir. Meydana gelen kötü olaylar, ateist olsun veya olmasınhemen hemen herkesin mustarip olduğu ve istemediği olaylardır. Âlemde gerek doğal olaylar açısından ve gerekse insanlar arasındaki ilişkilerde bazan düzen bozulmakta ve arzu edilmeyen acı olaylar yaşanmaktadır. Bunların arasında da öncelikle deprem, yangın, sel, hastalık, savaş, zulüm ve haksızlık gibi olaylar gelmektedir.
Kötülüklerin bir kısmı tabiatla ilgili olup bizim dışımızda gelişmektedir. Kaldı ki biz bunların niçin ve nasıl oluştuğunu da hâlâ tam manasıyla bilmemekteyiz. Ancak alınan tedbirlerle bu felâketlerin zararları da en aza indirgenebilmektedir. Dolayısıyla insanın hazırlıklı olduğu takdirde büyük oranda bunlardan kaçınabilmesi mümkündür. Kötülüklerin bir kısmı ise doğrudan insanla ilgili olan hatta insanın bizzat kendinin rol oynadığı olaylardır. Dolayısıyla bunlardan Tanrı'nın yokluğunun çıkartılması mümkün değildir.

Karşılaşılan kötülüklerin çoğunluğunun insan unsurundan kaynaklandığı görülmektedir. İnsan Tanrı tarafından yaratılırken ona akıl ve irade verilmiştir. Kendine iyinin ve kötünün ne olduğu öğretilmiş ve ahlâklı olması tavsiye edilmiştir. Ancak bütün bunlara rağmen gerek doğaya ve gerekse bütün canlılara (dil, din ve ırk farkı gözetmeksizin) en büyük kötülüğü yapan yine insanın kendisi olmuştur. Hemcinsini öldüren, ona zulmeden, malını çalan, çocuklarını aç bırakan, bir diğerinin kalbini yaralayan insandan başkası değildir. Dolayısıyla karşılaştığımız kötülüklerin çoğunda birinci derecede insanın kendisi rol oynamaktadır. Bunu göz ardı etmemek gerekmektedir. İslâm'a göre canlılara en çok zulmeden ve kötülük yapan kişilerin âhiret gününde en ağır cezalara çarptırılacak olmaları da bunun kanıtıdır.

Tanrı'nın kendine vermiş olduğu doğayı güzelce paylaşmak ve herkesin istifadesine sunmak yerine onu tahrip eden ve yaşanmaz kılan da yine insanın kendi olmuştur. Bunları görmek için olağan üstü bir yeteneğe sahip olmaya gerek yoktur. Dolayısıyla bütün bunlar karşısında kötülüklerin altında yatan etmenleri daha iyi görebilmemiz ve olayları olduğu şekliyle değerlendirmemiz gerekmektedir. Sonuç itibariyle kötülükler karşısında sorgulanması gereken öncelikle insanın kendisidir. Bazı ateistlerin yaptığı gibi olup bitenden Tanrı'yı sorumlu tutmak insanın kendi sorumsuzluğunun bir örneğidir.

Tanrı'nın varlığına inananlar, insan faktörünün yanında, âlemde cereyan eden kötülüklerin varlığıyla, Tanrı anlayışını uzlaştıran birtakım tezler de ileri sürmüşlerdir. Bu tezlerin en başta geleni, tahmin edilebileceği gibi, iyinin daha çok kötünün ise daha az olduğu görüşüdür. Yani bir anlamda âlemde kötülüğün hâkim olmadığı aksine dünyanın iyiliklerle dolu olduğu inancıdır. Bu iyilikler insanın yaratılışından (doğuşundan) itibaren başlamakta gökyüzündeki gezegenlerin işleyişine kadar devam etmektedir. Denizin altındaki varlıklardan, gökyüzünde uçan kuşlara kadar uzanmaktadır. Kötülükler ise bazı gerekçelerle bu düzenin aksaması, duraklaması veya kesilmesidir. Dolayısıyla kötülüklerin kendi başına bir varlığı bulunmamaktadır.

İnsan güzel bir şekilde yaratılmış ona pek çok zenginlik verilmiş ayrıca doğasına merhamet, şefkat, iyilik, sevgi ve aşk gibi hasletler işlenmiştir. Dolayısıyla O yaratılışından kötü bir varlık değildir. Bir çocuğun çevresinden etkilenmeden önce yalan söylememesi, hırsızlık yapmaması, doğruyu konuşması, kötü söz söylememesi gibi hususlar, bunun en güzel kanıtıdır.

Başlangıçta tertemiz olan denizleri ve atmosferi kirleten insanın kendisi olmuştur. Ormanları yok eden ve yakan, doğaya zenginlik katan binbir çeşit hayvanı çeşitli gerekçelerle katleden ve ortadan kaldıran, bütün canlıların yaşamına olanak tanıyan atmosferi kirleten, yaşam için kaçınılmaz olan birtakım âlet ve gereci, teknolojiyi, kasıtlı olarak canlıların zararına kullanan, bırakınız savunmasız zavallı hayvancıkları, kendi neslini dahi acımasızca yok eden yine insanın kendisi olmuştur.

Bütün bu olup bitenlerden sonra ateistlerin günah keçisi araması gülünç olacaktır. Kaldı ki bu bozgunculuğun bir bedelinin olmamasını ya da eninde sonunda hesap gününün gelmeyeceğini düşünmek zor olacaktır. Yaşam ne bir tiyatro oyunu ne de bir rüyadır. Çekilen acı ve ıstıraplarda dramatik bir filmin parçaları değildir. Dolayısıyla varlığımız ve topyekün yaşamın kendisi, ciddiye alınması ve ilerde hesabının verileceğinin düşünülmesi gereken bir gerçektir.

Tanrı varlığını ve güzelliğini, bir çocuğun tebessümün-den, bir akvaryumun rengarenkliliğinden, uçan bir kuşun cıvıltısından, bir çiçeğin kokusundan ya da dolunayın göz kamaştıran parlaklılığından hissettirmektedir. Dolayısıyla topyekün bir şekilde bakıldığında âlemdeki düzen ve intizamı görmemek mümkün değildir. Bütün bunların karşısında karamsar olmak, âlemde bir kaosun varlığından söz etmek her şeyden önce insanın kendi aklına karşı yapacağı bir saygısızlık olacaktır. Zaten bu kadarını göremeyen bir insanın Tanrı'ya inanmasını beklemek de yersiz olacaktır.

Kötülüklerin varlığıyla ilgili diğer bir teze göre ise kötülükler iyiliğin elde edilmesi, bilinmesi ve takdiri için var kılınmıştır. Doğrusu her şeyin tamamen iyi olduğu bir dünyada, iyiliğin ?iyi? olarak bilinmesi ve kıymetinin anlaşılması, mümkün olmayacaktır. Ayrıca yardım severlik, şefkat, sempati, kahramanlık, affetme duygusu ve faziletli olmak gibi hasletler kendi başlarına ortaya çıkabilecek durumlar değildir. Zaman zaman görülen acılar ve ıstıraplar da bu tür hasletlerin oluşması için zemin hazırlamaktadırlar.(57)

Yukarıda ifade edildiği gibi kötülüklerin oluşmasında insanların büyük rolü vardır. Bunun nedeni de insanın özgür irade sahibi olması ve bu iradesini zaman zaman kötüye kullanma ihtimalinin bulunmasıdır. Tanrı insana .i.özgür irade vermiş olup bu iradenin kullanımına da müdahale etmemektedir. Gerçi insana özgür irade verilirken ona iyiliği ve güzelliği araması tavsiye edilmiş buna karşın kötülükten iradesiyle kaçınması tavsiye edilmiştir. Ancak iyiyi elde etmesi için kendine özgür irade verilen insanın bu süreçte yanlış karar verme ihtimali de vardır. Çünkü insanın özgürce davranması doğal olarak hata yapma ve kötülüğe neden olma ihtimalini de içermektedir.(58)

İnsan bazan hata yapmakta ve birtakım olumsuz olaylara neden olmaktadır. Dolayısıyla Tanrı'nın insanlara zulmettiği ve kasten onların başına kötülükler verdiği inancı yanlıştır. İslâmiyet'e göre Tanrı öç almayı bekleyen ve insanların acı çekmesinden zevk alan bir varlık değildir. Öç almak, acı çektirmek ya da insanların mağduriyetinden zevk almak kâinatın yaratıcısının işi değildir. Bu tür şeyler olsa olsa gözü dönmüş, hırslı, kana susayan, çocukları öldürecek kadar vahşileşen zalimlerin işi olabilir. Tanrı, daima iyiliği istemektedir. Öyle olsaydı bizleri ve kâinatı yaratmazdı. Yine O kötülüklerin de bir an önce iyiye dönüştürülmesini ve insanların mutlu olmalarını dilemektedir. Acı çeksin veya çekmesin bütün insanlar Tanrı'nın kullarıdır. Var olmalarının temelinde de kötülük ve acı değil, iyilik ve sevgi bulunmak-tadır.

Sonuçta dünyada karşılaşılan fizikî kötülüklere karşı insan çalışıp tedbirini almalı, moral kötülüklere karşı da faziletli ve erdemli bir kişiliğe sahip olarak iyiliği hâkim kılmak için uğraşmalıdır. Zaten İslâm'a göre insanın Tanrı katındaki değeri de iyilikler uğrundaki gayretleri ve kötülüğü berteraf etmedeki çabalarıyla açığa çıkacaktır.

Kötülüklerin varlığını ateizme gerekçe olarak kabul etmeyen teistler onları dinle uzlaştırma ya da izah etme yoluna gitmişlerdir. Bunlara göre çekilen acı ve ıstıraplar hiç de anlamsız değildir. Tam tersine bunlar din için hayâti bir önem taşımaktadır. Meselâ gerçek ve samimi olan inançlar trajedi karşısında açığa çıkmaktadır. Böyle zamanlarda insanlar yaşamın ağırlığını ve ciddiyetini hissetmekte ve tembelliği bir kenara bırakarak davranışlarına çeki düzen vermektedirler. Doğrusu sıkıntılı anlarda inançların kontrol edildiği ve ölçüldüğü bilinmektedir.(59)

Bazı dindarlara göre inançta samimiyet çok önemlidir. İnsanların Tanrı'ya olan inançlarında içten olup olmadıkları normal zamanlarda bilinmemektedir. Böyle zamanlarda insanlar durumlarının farkına varmakta ve seviyelerini ölçmektedirler. Ancak bu durum en azından İslâmiyet'e göre Tanrı'nın sevgisini kazanmanın yolunun belâlardan, acılardan ve trajik durumlardan geçtiği anlamına gelmez. Tanrı inancı böyle durumlarda elbetteki insanlara yardımcı olmakta, onların dayanmalarına ve ayakta durmalarına olanak sağlamaktadır. Ancak acı ve ıstıraplar karşısında böyle bir direnmenin Tanrı'nın katındaki değeriyle, O'nun sevgisini kazanmak için hiçbir gerekçe yokken acı çekmeye çalışmanın ya da tehlikelere atılmanın ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. İslâm peygamberi en küçük bir canlıya dahi eziyeti yasaklamış ve onların öldürülmelerinden rahatsız olmuşken, insanın dinî gerekçelerle acı çekmesine veya çektirilmesine nasıl izin verebilir?

Kötülüklerin varlığı konusunda karşımıza kader meselesi de çıkmaktadır. Ancak bu konu çoğu zaman yanlış anlaşılmış veya anlatılmıştır. Tarihin bazı dönemlerinde Tanrı'nın varlığına inanan bazı insanlar acı ve ıstırapla karşılaştıklarında ümitsizliğe kapılarak bu dünyanın geçiçi olduğunu düşünmüş ve sadece cennette mutluluğun elde edilebileceğine kanaat getirmişlerdir. Dolayısıyla bu tür insanlar bazan kötülüklerle mücadelede pasif kalmış ve kendi kabuklarına çekilmiş, olup bitenlere de seyirci kalarak yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Halbuki din (İslâmiyet) ve Tanrı inancı, inanan insanların kötülükler karşısında yılmalarını, miskinleşmelerini, güçsüzleşmelerini, hastalıklı bir biçimde yaşamalarını, başkalarına bağımlı olmalarını, dünyadan el etek çekmelerini yasaklamıştır.

Karşılaştığımız kötü olaylar kendi şartlarında değerlendirilmeli ve öylece yorumlanmalıdır. Aslında bu gibi olaylar Tanrı'nın varlığını, var olması gerektiğini bir kat daha güçlendirmekte ve evrenin Tanrı'sız olamayacağı düşüncesini de pekiştirmektedir. Daha önce ifade edildiği gibi kötülüklerin ortaya çıkışı belirli bir düzenin bozulmasından veya aksamasından kaynaklanmaktadır. Ancak Tanrı olmasaydı zaten belirli bir düzenden, iyilikten veya güzellikten de söz edilemeyecekti. Böyle bir durumda da kötülük diye bir problem olmayacaktı. Sonuç olarak herkes için üzücü olan kötülüklerin varlığından hareketle inançsızlığa düşmek yerine evrene ve hayatımıza hâkim olan iyilikler ve güzelliklerden hareket ederek Tanrı'nın varlığına gitmek daha akılcı olacaktır.(60)


Konular