Kitaplar | Konular | ARAPÇANIN ÖNEMI

7. Statüko Engeli.

Arapça deyince ülkemizde bu kelimenin çağrıştırdığı o kadar önemli sorunlar vardır ki bazılarını gündeme getirmek bile cesaret işidir! Örneğin Arapça dediğiniz zaman bu sözcüğün, bir bakıma İslâmı çağrıştırıyor olması belli bir kesimi huylandırmaktadır. Oysa Arapça Kurânın orijinal dili bile olsa -seküler açıdan- İslâmla özdeşleştirilemez. Ne var ki onu İslâmla özdeş gibi görmeye alışmış bir zihniyet, -sekülarist devlet politikasına rağmen- İslâmı Türkiyede mahkum etmeye kalkışırken Arapçayı da onunla birlikte cezalandırmaya çalışmıştır. Bu ise çok önemli bir mantık bozukluğunu ortaya koymaktadır. Türkiyenin, Arapça konusunda Cumhuriyetin başından beri ısrarla sergilediği ilginç çelişkilerden biri de işte budur. Bu çelişkinin en büyük kanıtı ise Arapçanın 1924 yılından 20 Mart 1992 tarihine kadar yasaklanmış olmasıdır.

Ancak sözü edilen tarihte yasağın kaldırılması Arapçanın tamamen legale çıkmasını sağlayamamıştır. Nitekim özel dershanelerde okutulması için yapılan ısrarlı başvurulara rağmen, merciler şimdiye kadar gerekli izni bir türlü vermemişlerdir. Bu da Arapçanın statükocu zihniyet tarafından hâlâ İslâmın organik bir parçası sayıldığını ortaya koymaktadır.

Arapça, bazı ilgilerle İslâmı hatırlatıyor olsa bile onu aslında seküler bakımdan salt bir dil olarak ele almak gerekir. Çünkü gerçekte İslâm başka, Arapça da başka şeydir. Dolayısıyla İslâmdan ötürü Arapçayı cezalandırmanın mantıksal hiçbir açıklaması yoktur. Unutmamak gerekir ki Dünyada İslâmı hedef almış birçok odaklar, kendi ideolojilerini ve felsefelerini, aynı zamanda Arapçayı da kullanarak yaymaktadırlar. Örneğin vaktiyle Sovyet Rusya, Arap dünyasında komünizmi yaymak için, buradaki halklara hitaben Arapça yayın yaptırıyordu. Arap ülkelerindeki İslam karşıtı Baas Partisi ve benzeri örgütler, propagandalarını, kendi ana dilleri olan arapça olarak yapmışlardır. Bütün bunlar bir yana, bugün Arapça, bir dil olarak porno filmlerinde bile kullanılmaktadır. Bu ise İslâm düşmanlığının, mutlak surette Arapça düşmanlığını gerektirmediğini kesin biçimde kanıtlamaktadır.

Bu bilgilerin bize verdiği mesaj doğrultusunda Türkiyede Arapçaya ilişkin olarak yapılacak kapsamlı bir araştırma sayesinde son derece ilginç gerçeklerin saptanabileceğini söylemek mümkündür. Bu gerçeklere ulaşabilmek için kendimize örneğin şu soruları yöneltebiliriz:

1. Arapçayı yasaklamak, Türkiyeye ne kazandırabilir?

2. Arapçayı yasaklamak, Tarikatçıların onu yanlış ve gizli yollarla milyonlarca gence sözde öğretmeye çalışmalarını acaba önleyebilecek midir?

3. Arapçayı yasaklamak, Türkçeyi koruma kaygısından kaynaklanıyorsa; başta Batı dilleri olmak üzere Farsçadan Kürtçeye kadar birçok dilin Türkçe üzerindeki baskın etkileri nasıl önlenebilecektir? Nitekim günümüzde Batı dillerinin etkisi birçok mağaza, dükkan, şirket ve ajansın levhalarına ve antetli kağıtlarına kadar taşmış bulunmaktadır. Bunu önlemek ise, -hele Avrupa birliğine girdikten sonra- hem mümkün olamayacaktır; hem de Türkçe gibi yabancı kelimelerle dolu bulunan bir dili kısa zamanda yozlaştıracaktır.

Bu sorular çoğaltılabilir; ancak bunların yanıtları üzerinde durmaya değmez. Çünkü bu yazı boyunca sergilenen bilgiler, İslâm düşmanlığından yola çıkarak Arapçayı yasaklayan zihniyetle cebelleşmeyi amaçlamamaktadır. Bu çalışmanın tek hedefi, Türkiyede Arapçanın önüne çıkan engelleri deşifre etmektir. Ne var ki bu işlevi yerine getirirken bazı ilgilerle zihinlerde beliren birtakım soru işaretlerini ortadan kaldırma lüzumu da doğmaktadır. Çünkü Arapçayı bir yaşam dili olarak öğrenmek isteyenlerin önüne o kadar büyük engeller çıkmaktadır ki bu insanlar, ister istemez karşılaştıkları bu sorunları irdeleme ve tabiatıyla yasakçılığı sorgulama gereğini duymaktadırlar. Onları elbette ki bu noktada da aydınlatmak gerekir.


Türkiyede gerek tarikatçılar ve Nurcular tarafından sürdürülen gerici yer altı eğitim şekilleri, gerekse statükocuların stratejik merkezler olarak kullandığı İmam-Hatip okulları ve İlahiyat fakülteleri gibi engeller, öğrencilerin Arapçaya giden bütün yollarını tıkamıştır. Onun için bu dili akılcı yollarla öğrenmek isteyenler, sözü edilen engelleri elbette ki kolaylıkla aşamazlar. Fakat Arapçayı bilimsel yollarla öğrenmeye azmetmiş olan gençler, en azından İngilizceyi Bilkent ve Boğaziçi Üniversitelerinde öğrenenler kadar bilinçlenmek zorundadırlar. İşte bu yazı size böyle bir bilinci aşılamaktadır. Dolayısıyla eğer Arapçayı «Direct Action» sistemiyle öğreniyorsanız, doğru yoldasınız. Nerede olursanız olunuz, eğer bu yola girmişseniz, çizginizden asla sapmayınız ve yolunuza devam ediniz.

Bu münasebetle çok önemli bir noktaya burada işaret etmekte yarar vardır: Türkiyede öğrenim gören bazı Arap öğrencilerden aydın Türk gençleri zaman zaman Arapça ders almak isterler. İşte bu çok tehlikeli bir yoldur. Çünkü derin devlet bunları tespit etmekte ve bu Arap gençleri, özellikle «Hizbuttahrir» olarak bilinen örgüte bağlı oldukları suçlamasıyla hemen göz altına almaktadır. Tabiatıyla bunlar, çok ağır cezalara çarptırılırlar. Şimdiye kadar bu tür şanssızlıklarla karşılaşmış olan Arap öğrencilerin hiç birinin herhangi bir örgüte bağlı oldukları, kesin kanıtlarla saptanamamıştır. Çünkü bu öğrenciler aynı zamanda kendi ülkelerinin istihbarat örgütleri tarafından da çok sıkı biçimde izlendikleri için sürekli bir korku ve panik içinde yaşarlar. Kaldıkları pansiyonlarla okulun dışında bir yere gitme şansları yoktur! Dolayısıyla bunlardan ders almak hem onlar için hem de Türk öğrenciler için son derece tehlikelidir!


Konular